Afrika için kronolojik akışı Mısır, Makedonya (Helen), Roma, İslam, Osmanlı ve Batı olarak sıralayabiliriz. Dünyanın anası Mısır Medeniyetinin gelişimi, Makedonya ve Roma’nın Afrika’ya gelişi, İslam’ın aydınlık yüzünün doğuşu, Osmanlı barışı ve Batı’nın yeni bir saldırganlıkla gelişi ile başlayan talan süreci ve sonrasında yapay özgürlükler dönemi olarak kısaca özetleyebiliriz. Şu anda Afrika için hala yapay özgürlükler, yapay devlet kurumları ve sınırlı bir aydınlanmadan söz edebiliriz.
İslam, Afrika’nın mevcut ve olağan akışını bozmayan, onu yücelten, zenginleştiren, büyük devlet kurumları, sosyal yapı ve adil sistemler kuran bir kazanımlar silsilesine neden olurken İslam’ın durdurulması Afrika için felaket anlamına geldi. İslam, duran Afrika’yı koşturmaya başlamıştı. Batı ise koşan Afrika’yı yere serdi. Puvatya Batı için nasıl bir talihsizlikse sömürgecilik çağında İslam’ın Afrika’dan sürülmek istenmesi de aynı şekilde ve daha şiddetli bir şekilde talihsizlik olmuştur. İslam ile kazanan Afrika, İslam’ın bastırılması ile çok şey kaybetmiştir.
Mısır’dan Ekvator hattına kadar, yani İslam’ın o döneme kadar yayıldığı alanlara hükmeden Osmanlı, İslam’ın son dönem Afrika ışığıdır. Tarık Bin Ziyad ile Turgut Reis’in ya da Halife Ömer devrinin Mısır Valisi ile Kanuni’nin Mısır Valisi arasında Afrika’nın tarihi açısından herhangi bir fark yoktur. Fizan Çöllerinin bedevi kadınlarına dahi umut olabilen Osmanlı elbette Afrika tarihinin en onurlu sayfalarında yer almaktadır.
Misyonerlik ise sömürgeciliğin mızrak ucudur. Ucunda misyonerlerin bulunduğu uzun mızraklarla yüreğine darbe üstüne darbe alan Afrika çok yorgun. Önceleri sadece sömürgeciliğin bir alt kolu olarak faaliyet gösteren misyonerlik bugün çok çok daha ciddi bir şekilde gündemdedir. 2. Vatikan Konsülünde Afrika’nın Hıristiyanlaştırılmasını hedef olarak belirleyen Papalığın ve normalde birbirinin kuyusunu kazarken Afrika’da zerre misali birbirleri ile uğraşmayan Hıristiyan mezheplerinin girişimleri ile Afrika’da Hıristiyanlık %400 arttı. Dinlerarası diyalog taraftarı Müslümanlar duymasın ama yüz binlerce Müslüman Afrikalı bu süreçte Hıristiyanlaştırıldı. Bazı Afrika ülkelerinde Müslümanların oranı hızla düşüyor. Bu iş beylik cümleleri ile geçiştirilebilecek bir şey değil, biline.
Maalesef bugün Afrika’nın geleceğini Batılı yahut Uzak Doğulu büyük küresel güçlerin sahneye koyduğu politikalar belirliyor. Afrika tamamen küresel güçlere teslim edilmiş durumda. Batılı sömürge ülkeleri tarafından çizilmiş sınırlar doğallıktan çok uzak. Bu da beraberinde ciddi sorunları getiriyor. Afrika’da Batılı ülkelerin çizdiği ülke sınırları ve körüklenen çatışmalar, bölünme senaryolarını akla getirmekle kalmıyor, fiiliyata da dökülüyor. Sudan bölündü, Nijerya bölünmek isteniyor, Libya zaten darmadağınık. Nijerya nüfusunun %47’si Müslüman ve bir o kadar da Hıristiyan nüfusu var. Yakın zamanda parçalanacak. Küresel rekabetin kızıştığı son yıllarda ülkeler belirli kıstaslarla entegrasyonlar ile rekabet güçlerini arttırmaya çalışırken Afrika kıtasında tam tersine bölünme teşvik ediliyor. Afrika parça parça edilmek isteniyor.
Bu arada önümüzde yeni bir gelişme olarak Çin faktörü var. Giderek gelişen, Afrika’yı çepeçevre kuşatan Çin farklı bir rol oynuyor. Çinliler, Afrika’nın kaynakları, özellikle de enerji kaynaklarıyla çok fazla ilgililer. Sadece Çin’in son dönemde Afrika’da yaptıklarını okuyabilirsek Afrika’nın nasıl sömürüldüğünü ve bu sömürü düzeninin nasıl devam ettirildiğini görebiliriz.
Aslında sorulması gereken asıl soru Batılı ülkeler Afrika’dan ne istiyor? Afrika ile dertleri nedir? Sizce sorunun kaynağı doğal kaynaklar mı dinsel çatışmalar mı? Afrika ülkelerinin saçma sapan sınırları sömürgeci Batı’nın acımasız çıkarları ile çizilmiştir. Cetvelle çizilen Afrika sınırları doğallıktan ve Afrika iç dinamiklerini yansıtmaktan fersah fersah uzaktır. Asıl maksat sömürüdür. Din savaşları da Paris’in, Londra’nın daha bir zenginleşmesi için uydurulmuş suni gündemlerdir.
Bu nedenle biz Afrika’ya sadece mazlum ve mağdur olduğu için değil, aynı zamanda kıble kardeşliğimiz nedeniyle de yardımcı olmak zorundayız. Biz Afrika ile işbirliği yapmak zorundayız. Bunu hem ahiretimiz hem de bu dünyamız için zorunluluk olarak görüyoruz. Aynı zamanda Afrika’ya açılmayan bir devlet küresel bir devlet olamaz. Afrika’ya girmeyen bir ekonomi küresel bir ekonomi olamaz.
Aslında Afrika için yapmamız gerekenlerin başında Batılıların havzasından çıkarak özgün bir duruşla Afrika’da var olmamızdır. Öncelikle orada olmalıyız. Sivil toplumumuz da devletimiz de orada olmalıdır. Afrika ile işbirliği yaparken ise iyi yönetişimi, idareyi, sivil toplumu ve sanayi üretimini teşvik etmemiz gerekmekte. En önemlisi ise eğitim alanında özgün bir dille öncülük etmemiz lazım. Tabi bizim ne kadar Batı’dan bağımsız, özgün bir eğitim metodumuz var, orası tartışılır. Afrika için Batılı güçlerin etkisini kıracak bir yeni duruş gösterebilmemiz bile büyük bir devrimdir. Bunu ne kadar başarabiliriz, orası meçhul. Çünkü en başta bilgi ve uzman eksikliğimiz had safhada. Afrika için ülke olarak bir entelektüel bir altyapı eksiğimiz var. Biz Afrika’yı Batı’dan okuyoruz, biz Afrika’ya ne verebiliriz ki? Afrika ile ilgili tüm bilgi akışını BBC, CNN ve Reuters’ten alıyoruz, bu tıkanıklığı aşmadan biz Afrika’ya ne verebiliriz ki? Afrika’da meydana gelen siyasi, kültürel ve ekonomik gelişmeleri takip eden kaç kişi var? Kaç sivil toplum kuruluşumuz var, kaç araştırma kuruluşumuz mevcut?
Mustafa Uzun,
Araştırmacı Yazar