Afrika için stratejik bir kalkınma partneri olarak Türkiye
Türkiye’nin alanında tek referans dergisi olan GLOBAL SAVUNMA Afrika özel sayısı ile çıktı. Biz de bu sayıda 2 makale ile yer aldık. “İtalyan Sömürgeciliğine Karşı Etiyopya’nın Bağımsızlık Savaşında Müslüman Liderler” başlıklı makalemizin yanısıra “Afrika için stratejik bir kalkınma partneri olarak Türkiye” başlıklı makalemiz de bu sayıda yer aldı.
Global Savunma Dergisinin bu sayısında ayrıca Prof. Dr. Ahmet KAVAS hoca “Tanımadan tanımlanan kıta Afrika”, Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN hoca “Afrika’da terör ağı” ve Prof. Dr. Enver ARPA hoca da “Sudan’da iktidar mücadeleleri ve bölge güvenliğine etkisi” başlıklı makaleleri ile yer aldılar.
İlk makale: Afrika için stratejik bir kalkınma partneri olarak Türkiye
Afrika için stratejik bir kalkınma partneri olarak Türkiye
Afrika olmadan süper güç olunmuyor. Roma, Kartaca, Bizans, Emeviler, İspanya, Osmanlı, İngiltere, Amerika ve Çin. Hepsinin ortak paydası Afrika. Bu kadim kıta aynı zamanda İslam ve Osmanlı tarihinin en önemli sayfalarına sahip oldu asırlarca. Son 500 yıldır Afrika’yı sömürgeleştiren Avrupalılar, sultanların saraylarında altın ve kıymetli eşyalar ararken Osmanlı ise emperyalizme karşı bu kara kıtayı korumaya çalışıyordu. Koca kıta bugün de ezilmeye devam ediyor. Kötü yönetim, darbeler, pahalılık, enflasyon, işsizlik, açlık, geçim sıkıntısı, sefalet ve geri kalmışlık yüzünden Afrika ızdırap çekiyor. İnsanlığın yüz karası olan köle ticaretleri ile kıtanın kökünü kurutan Batılılar, bir ahlaksız işgal taktiği olarak ise Misyonerlik silahını ise hala kullanıyorlar.
KADİM BİR İŞ BİRLİĞİ
Fenikelilerin, Kartacalıların, Romalıların, Vandalların ve Bizans’ın büyük izler bıraktığı Afrika kıtası, İslamiyet’in gelişiyle birlikte yeni bir sürece girdi. Müslümanlar Kuzey Afrika’yı aşarak İspanya üzerinden Avrupa içlerine kadar girdiler. Yaklaşık sekiz asır süren bu hâkimiyet gerilemeye başlayınca bu defa Anadolu’da Müslüman Türkler yeni bir çağ açtılar. Aynı dönemlerde İspanyollar ve Portekizliler İspanya’da tek bir Müslüman bırakmamış ve gözlerini Afrika’ya dikmişlerdi. Çok kısa bir sürede Mısır’daki Memlüklü hanedanı hariç kıtayı Avrupalılar çepeçevre sardılar. Osmanlı, Afrikalı Müslümanların imdadına bu esnada yetişti. Kendisi gibi bir Türk devleti olan Memlüklüleri bünyesine alarak Afrika’ya hızlı bir şekilde giren Osmanlı çok daha kısa bir sürede başta Mısır olmak üzere Cezayir, Libya, Tunus ve Kızıldeniz’in Afrika kıyıları Habeş adıyla olmak üzere toplam beş eyalet idaresini Afrika’da tesis etti. Osmanlı’nın bu güçlü girişi nedeniyledir ki İspanyollar ve Portekizliler Afrika kıtasının sadece Batı ve Güney kıyılarında varlık gösterdiler. Afrika’nın iç bölgeleri dâhil toplam 30 milyon kilometrekareyi aşan kıtanın en az yarısında Osmanlı hâkimiyeti veya nüfuzu vardı. Müslüman olan bütün toplumlar Osmanlı Devleti’nin varlığını kabulleniyorlar ve irtibatlarını olabildiğince geliştiriyorlardı.
Osmanlı, Kuzey Afrika’dan Hint Okyanusu sahillerine elinin uzanabildiği her coğrafyada sömürgecilere karşı mücadele etti. Devlet-i Ali, Afrika kıtasının 19. yüzyılın sonlarından itibaren 1970’lere kadar devam eden süreçte maruz kaldığı ve dünya tarihinin en acımasız sömürgecilik belasını buradan dört asır uzak tuttu. Endülüs’te hayatta kalan Müslümanları Kuzey Afrika sahillerine getirerek Endülüs medeniyetinin ve nesillerinin tamamen yok olmasını önledi Yemen eyaleti ile Doğu Afrika kıyılarındaki Müslüman toplumları korudu. Portekizliler’i Kızıldeniz’de durdurarak hem Afrika kıyılarına hem de Mekke ve Medine’ye zarar vermelerini önledi. Sadece Akdeniz değil aynı zamanda Kızıldeniz’in tamamı ve Hint Okyanusu da kısmen Türk gölü haline geldi. Osmanlı donanmaları bugünkü Kenya sahillerine kadar sefer yapıp Portekizlilere göz açtırmadı. Osmanlı, Afrika yerlilerinin daha az köleleşmesini, kaynaklarının korunmasını, dinlerinin ve dillerinin, ticari hayatlarının muhafazasını sağladı. Kıymetli Ahmet Kavas Hocanın ifadesi ile bugün İspanya’da Müslüman varlığı yoksa Osmanlı onlara yardım edemediği için yoktur. Müslüman varlığı Afrika’da varsa Osmanlı devleti buraya yardım edebildiği için vardır. Yine bugün Tunus, Cezayir, Fas, Libya ve Mısır, hatta Somali, Sudan gibi ülkeler varsa bunlar doğrudan Osmanlı’nın izleridir.
Aslında biz Afrika’da Osmanlı hâkimiyeti diyoruz, ama bu ifade pek doğru değil. Çünkü kendisinden önceki hiçbir devlet gibi davranmamış, Afrikalılara hükmetmemiş, bilakis onlara hizmet etmiştir. Anadolu insanını Afrika yerlilerinin güvenliği için asırlarca seferber etmiştir. Avrupalılar gibi sömürge faaliyetlerinde onları silâhaltına alıp cephelerde savaştırmamıştır. Osmanlı aslında sömürge kavramının içine ne giriyorsa tam tersini yapmıştır. Fransızlar, İngilizler, İtalyanlar kendi dillerini ve dinlerini öğretmiş, Osmanlı ise hepsini kendi hallerine bırakmıştır. Yeraltı ve yer üstü kaynaklarına dokunmamıştır. Kısacası çağlar aşacak uygulamalarla tebaası olan halklara karşı yapılması gereken bütün insanî görevleri yerine getirmiştir. Onlara yabancı muamelesinde bulunmamış, bilakis oraya sevk ettiği askerlerin ve sivil memurların çoğu yerli ailelerle evlilik yoluyla akraba olmuşlardır.
İHTİYAÇ ENDEKSLİ BİR OSMANLI OKUMASI
Avrupalılar yerli sultanların saraylarında tonlarca altın bulma hayaliyle dolaşırken Osmanlı memurları Fizan’ın kasabalarındaki yıkık duvarların dibinde bulunan ve yıllar önce tedavülden kalkan sikke altınlarını İstanbul’daki darphaneye göndererek yenileri ile değiştirip sahiplerine iade ediyordu. Ahmet Kavas hocanın ortaya çıkarttığı arşiv belgeleri her şeyi ortaya koymakta. Osmanlı Devleti Afrika’nın ortasındaki Fizan’da bir cami duvarı içinde bulunan miadı dolmuş altın sikkelerini darphaneye göndermiş ve yenilerini mirasçılara teslim etmişti. Fransa ve İngiltere ise Müslüman sultanların saraylarında ne kadar altın ele geçireceklerinin ince hesaplarını yapıyorlardı. Etiyopya’nın güneyinde hüküm süren Harar Sultanlığı hep müstakil olarak kaldı ve Osmanlı Devleti oraya dokunmadı. Çünkü bu devlet kendi başının çaresine bakabiliyordu. Mesela Çad, Nijer ve Nijerya topraklarında hüküm süren Bornu Sultanlığı da aynı şekilde Osmanlı Devleti ile dostane ilişkiler içerisindeydi. Özellikle Fas Sultanlığı Osmanlı Devleti’nin Afrika kıtasındaki en büyük müttefiki idi. Osmanlı toprak kavgası yapmadı. Mecbur kalmadığı yerlere gitmedi. Orada Fas Sultanlığı vardı gitmek zorunda kalmamıştı. Batılı tarihçilerin dediği gibi Osmanlı’nın enerjisi Fas sınırında bitmemiş, bilakis orada kardeş devletin sınırları başladığı için birlikten güç doğar kaidesince üç asır çok ufak birkaç hadise hariç huzur içinde ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Aslında daha o dönemde Osmanlı Devleti’nin el atmadığı Fas’ın Akdeniz kıyısındaki Septe ve Melile şehirleri hala İspanyolların idaresindedir. Eğer Osmanlı müdahale etmeseydi Akdeniz’in güneyindeki bütün şehirlerin akıbeti Septe ve Melile gibi olacaktı.
Osmanlı’nın en güç günlerinde bile dünyanın diğer uçlarından insanlar ve milletler ona el uzatmaya çalışırken Afrika bu duruma sessiz kalamazdı elbette. Osmanlılar başına kötü bir hal gelecek olsa yardımlar bir şekilde akmaya başlıyordu. Özellikle düşmanları tarafından kendisine bir savaş başlatıldığı zaman aynı anda dünya Müslümanları sadece dua etmekle yetinmiyorlardı. Cepheye koşma imkanı olanlar koşuyor, koşamayanlar da her türlü maddi desteği vermek için seferber oluyorlar. İşte bu yardımlardan biri de Hint Okyanusu’nun uçsuz bucaksız suları üzerinde küçücük bir ada olan Moritus’ta yaşayan Müslümanların 93 harbi olarak bildiğimiz Osmanlı – Rus savaşına yaptıkları yardımdı. 19 Temmuz 1877 tarihinde 850 liralık bir poliçe ile İngiltere’deki Osmanlı sefareti üzerinden İstanbul’a gönderilen bu yardımlar çok önemliydi.
AFRİKA AFRİKALILARINDIR DÜSTURU
Osmanlı, Afrikalıları cephelerden cepheye sürükleyip milyonlarcasını katleden Batılıların yaptıklarını hiç yapmadı. Osmanlı, Afrikalıları madenlerde, fabrikalarda, demiryolu ve metro tünellerinde köle/işçi olarak çalıştırmadı. Osmanlı, Afrika Afrikalıların düsturuyla baktı koca kıtaya. Osmanlı, Afrikalılara kendi vatanlarında yaşama azmini öğretti. Geçmişin şanlı sayfaları arasında onların da ataları olduklarını öğretti. Lisanları, dinleri, kültürleri olduğunu bugün fark ediyorlarsa bu ana vatanlarına bağlı kalmalarıyla mümkün oldu. Afrikalılar da Osmanlı’ya bir sömürge devlet olarak hiç bakmadılar. Her şeyden önce Osmanlı Devleti Müslüman Afrikalı toplumların gözünde İslam’ın halifesinin devletiydi. Avrupa istilaları karşısında durabilen tek İslam devletiydi. Kıta dışındaki devletlerle münasebetlerinde en fazla güven duydukları yer İstanbul idi. Başları darda kalınca hemen İstanbul’a geliyorlardı. Bu durum 1900’lerin başına kadar devam etti. Onlar Osmanlıları en zor şartlarında bile yanlarında görmek istediler. Onlar olduğu sürece Osmanlı Devleti uzun ömürlü oldu, Osmanlı Devleti olduğu için onlar kendi kimlikleriyle her türlü varlıklarını sürdürdüler. Osmanlı Devleti onlara kendi dillerini öğretmediği gibi kendi soyundan gelenlerin bile yerli toplumlarla karışmasını kolaylaştırdı. Bugün milyonlarca Osmanlı neslinden gelen Cezayirli, Tunuslu, Libyalı, Mısırlı var. Aynı durum ne Fransızlar için, ne de İngilizler için geçerlidir. Afrika kıtasında Osmanlı varlığını yok edecek hiçbir ayaklanma olmadı. Sadece zaman zaman adaleti aksatan devlet görevlilerine karşı direnişler oldu. Bilakis Osmanlı’nın topraklarında daha uzun süreli kalması için bugünkü Libya’da, 1911-1912 Osmanlı-İtalya Savaşında omuz omuza yıllarca ortak düşmana karşı savaştılar. Yine Tunus’ta ve özellikle Cezayir’de benzer durumlar oldu.
Osmanlı zaman zaman kendi idarecilerini Afrikalılara zulmetmemeleri için uyardı. Mesela Kavalalı Mehmed Ali Paşa defalarca yerlilere eziyet etmemesi konusunda uyarıldı. Osmanlı döneminde Afrika Afrikalılarındı, sömürgecilikle el değiştirip Avrupalıların oldu. Yüz binlerce Avrupalı fakir köylü milyonlarca Cezayirli, Kenyalı ve daha nicesinin arazilerine yerleştirildi ve asıl mal sahipleri onlara ırgat yapıldı. Avrupalılar her şeyden önce kıtayı aralarında paramparça ettiler. Kölelik yasaklanana kadar yüz milyon civarında tahmin edilen insanı buradan hayvan götürür gibi Amerika kıtasına ve daha başka diyarlara taşındılar. İnançları değiştirilip Hıristiyanlaştırıldılar. Dilleri unutturulup Avrupa dilleri hala resmi dil olarak kullandırılıp geleneksel eğitim sistemlerinden koparıldılar. Afrikalılar medeniyet adına medeniyetin dışına itildiler. Bütün dünyayla bağları koparıldı, her türlü açlık ve bulaşıcı hastalığa maruz bırakıldılar. Yeraltı ve yer üstü kaynakları sonsuza kadar ellerinde kalacak şekilde tapulanmış gibi muameleye tabi tutuldu.
İnsanlık tarihinin en berbat köle ticareti bugünkü Avrupa’nın reform ve Rönesans hareketleri esnasında yapıldı. Avrupalılar, Afrikalı insanlar hayvan gibi alınıp satılırken lüks saraylar ve akademilerde insan hakları, medeniyet naraları atarak dünyaya yeni şekil verdiler. Avrupa, fikir hürriyeti, insan hakları, kadın hakları gibi iddialarla dünyayı kandırırken oluk oluk Afrikalı kanını akıtıyorlardı. Afrikalıların o haklar dünyasında hemen hemen hiç yeri yoktu. Belki 100 milyon, belki daha fazla köleleşen bu insanlara hiç gün yüzü göstermediler. Osmanlı’da köle ticareti Avrupalılarınki ile kıyas edildiğinde hiç yapılmamış denecek kadar azdır. Kaldı ki Osmanlı topraklarına esir olarak gelen köleler hiçbiri Kunta Kinte muamelesine tabi tutulmamış, beraber yaşadıkları ailenin bir ferdi olup yeri gelince mirastan bile pay almışlardı. Osmanlı sarayının en itibarlı ağaları Afrika’dan gelirken Amerika’ya veya Avrupa’ya götürülenler eğer yollarda ölmediyseler bile götürüldükleri ülkelerde ölüm kalım mücadelesi veriyorlardı.
ORTAK TARİH PERSPEKTİFİNDE BÜTÜNCÜL YAKLAŞIM
Bugün Afrika bir milyar nüfusu, 30 milyon kilometre kareyi aşan toprağı, 53 bağımsız ülkesiyle ve dünya hammadde kaynaklarının %25’ine yakın rezervleriyle ciddi bir cazibe merkezi durumdadır. Eskiden dünyanın süper güçleri Afrika’ya kapaklanırdı, şimdi Afrika dünyaya kendi iradesiyle açılıyor. Afrika’da çok cevherler var. Yeter ki üzerlerindeki sömürgecilik kâbusunu büsbütün atsınlar. Ancak Avrupalıların belasından kaçarken Çin, Rus, Hint fırtınalarına, hatta kasırgalarına kapılmamaları gerekiyor.
Afrika’da Batılılara yönelik en büyük başkaldırı ve itirazlar İslami kimliklerle yapıldı. Müslümanların başka bir dine inananların boyunduruğu altında yaşayamayacağını biliyorlardı. Batılılara karşı en büyük direnişi İslami kaygısı olanlar Hıristiyanlaştırılmak istemedikleri için yaptılar. Afrikalılar bugün daha büyük kıskaçlarla hapsediliyorlar. Afrika, çok kısa bir sürede Hıristiyanlığın nasıl bir din olduğunu anlayana kadar zaten kendisini o inancın içine hapsedilmiş olarak buldu. 1900’lerin başında 300 milyonluk kıtada 10 milyon yerli Hıristiyan varken bugün bir milyarlık kıtada en 250–300 milyon Hıristiyan olduğu ileri sürülmektedir. Otuzda bir gibi düşük orandan dörtte bir oranına çıktılar. Bugün kıtada sadece Katolikler milyonlarca öğrenciye modern eğitim vermektedirler. Eğitim almak isteyen çocuklar önce vaftiz edilip sonra daha ileri seviyedeki imkânlardan yararlanıyorlar. Misyonerlik salt bir dini propaganda değildir, zaten amacı o olmadı hiçbir zaman.
GELECEK AFRİKA’DA
Öte yandan İslamiyet’in giderek yaygınlaşmaya devam ettiği kıtada 600-700 milyon arasında Müslüman yaşadığı bilinmektedir. Önümüzdeki yıllarda daha istikrarlı bir Müslüman kimliğinden bahsetmek mümkün olacaktır. Yok edilmek istenen İslam kimliği büyük bir hamle ile yeniden canlanmaktadır. Kıtanın her tarafında yükselen minareler, açılan Kur’ân Okulları, İslam Üniversiteleri yeni nesil Müslümanları aydınlık bir dünyaya doğru hazırlarken bundan en çok çekinenler misyonerler ve onları finanse edenlerdir.
Bizim insanımızın Afrika ile her anlamda irtibatı 1900’lerin başında bitmişti. 2000’lerde bu irtibat yeniden kuruldu. Afrika toplumları Türkiye gibi ciddi rehberlere ihtiyaç duymaktadır. Yerinde ve yerele uygun eğitim en geçerli yoldur. Afrikalıları Osmanlı Devleti’nin yaptığı gibi Afrika’da tutmak ve orada kalkınmalarını sağlamak gerekiyor. Onlar asırlarca Avrupalıları kalkındırdılar. Kendi ürünlerini mamul hale getirecekleri fabrikalar kurmak, zeki çocuklarına iyi eğitim imkânları sağlamak, sanat ve kültür elçilerine destek vermek iyi partner olmanın gereklerindendir. Kendi kaynaklarının dünyanın hangi ihtiyacını nasıl karşıladığını öğrenmelerini sağlamak gerekir. Hammaddeyi değil mamul maddeyi üretip satan toplumlara dönmelerine yardımcı olabiliriz. Türkiye, Afrika için esaslı bir kalkınma partneri olabilir. Bu hem Türkiye hem de Afrika için büyük kazançları beraberinde getirecektir.
Mustafa Uzun
Araştırmacı Yazar
Yorum gönder