HABEŞISTAN’DA İSLAM’A KARŞI ZULÜMLER NE ZAMAN BAŞLADI?

Etiyopya’da, İslam’ın Mekke’de doğmasından önce, İslam’ın izlerini silmeye çalışan zalimler vardı. Etiyopya’nın kralı, Yemen’e saldırdı ve Kâbe’yi yok etmeye çalıştı. Onu takip eden Etiyopyalı Abreha, Kâbe’yi fethetmeye çalıştı, ancak Allah onu kuşlarla cezalandırdı. Kıyametin son zamanlarında Kâbe’yi yıkacak olanlar, Etiyopya kâfirleridir.

 

Ali YİMER

Siyaset ve Uluslararası Uzmanı, Araştırmacı ve Yazar

 

GİRİŞ

Bu evrende Allah’ın kaderlerinden biri, genel olarak insanlıkla özel olarak İslam ve küfür arasındaki çatışmadır. İslam, Allah’ın elçisi Hz. Muhammed’in (s.a.v.) gelişiyle yeniden parladı. Kureyş kabilesi, onunla sevinmesi gerekiyordu çünkü o, Allah’ın elçisiydi ve hem onlar için hem de tüm insanlık için bir fayda olarak gönderildi. Ancak küfür ve yaratıklara zulüm, onları bu yeni elçi hakkında düşünmekten alıkoydu. Müslümanlar ve kâfirler arasındaki çatışma insanları hâlâ inançlarında ayırır ve birbirlerini öldürür.

Etiyopya’da, İslam’ın Mekke’de doğmasından önce, İslam’ın izlerini silmeye çalışan zalimler vardı. Etiyopya’nın kralı, Yemen’e saldırdı ve Kâbe’yi yok etmeye çalıştı. Onu takip eden Etiyopyalı Abreha, Kâbe’yi fethetmeye çalıştı, ancak Allah onu kuşlarla cezalandırdı. Kıyametin son zamanlarında Kâbe’yi yıkacak olanlar, Etiyopya kâfirleridir.

Hristiyan krallıklar, İslam yayıldıktan sonra İslam’ı engellemeye çalıştılar, ancak başarılı olamadılar. İslam’ın yayılmasından sonra Etiyopya’daki Müslümanları yok ettiler. Örneğin, Yohannes adlı kral, bir günde 20.000 Müslümanı, toplamda ise 50.000 Müslümanı yok etti.

Etiyopya’daki Müslümanlara karşı kâfirlerin zulmü her zaman var olmuştur ve dereceleri farklılık göstermiştir, ancak Nahase (Eşemah b. Ebdirrahman) zamanında zirveye ulaştı. Dolayısıyla, Etiyopya’daki zalim hükümdarların Müslümanlara karşı soykırımı yeni değildir, ancak uluslararası toplumun bunun farkında olanların sayısı azdır, çünkü uluslararası medya, zalim hükümdarlardan aldığı bilgileri sadece kaydeder. Uluslararası medyada, 11. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemde Müslümanların sayısı sadece %33 olarak kaydedilirken, gerçek şu ki Etiyopya’daki (Habeşistan) Müslümanların sayısı, uluslararası araştırmacılar tarafından tespit edilen %70’ten fazladır.

Camilerin yıkılması, Müslümanların öldürülmesi ve sürgün edilmesi eski zamanlardan beri devam eden bir dizi olaydır ve Müslümanlar, düşünce, politika, ekonomi ve toplum açısından ellerinden gelen her şeyi yapmadıkça bu durum devam edecektir. Burada dikkat edilmesi gereken şey, Batı’nın genel olarak ve özellikle Avrupa’nın, Etiyopya’daki Müslümanlara karşı bu haksızlığı düzenleyenler olmasıdır. İslam dünyası ise bu ülkeye pek önem vermemektedir.

Habeşistan’da İslam – Hristiyanlık ilişkiler

İslam ile Hristiyanlık arasındaki ilişki, Etiyopya’nın ve Afrika Boynuzu bölgesinin tarihinde en karmaşık konulardan biridir. Kesin olan şey, Etiyopya’nın erken dönemlerden itibaren Hristiyanlığı tanıdığı ve bu bölgede Mısır Kıpti Kilisesi’nden sonra en önemli kilise olarak kabul edilen güçlü bir kilisenin var olduğudur. Bu Ortodoks Kilisesi, Etiyopya Aksum Krallığı ile ilişkilendirilmiş ve bölgede Hristiyanlığın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.

Ayrıca, Etiyopya’nın İslam’ı erken dönemde, peygamberimizin (sav) Medine’ye göç etmesinden önce, sahabelerin göçüyle tanıdığı bilinmektedir. Gerçek şu ki, Etiyopya’nın Hristiyan devletinin İslam’a yönelik tutumu, 7. yüzyılın başından Ortaçağ’ın sonuna kadar açık bir düşmanlıkla karakterize olmuştur. Bu düşmanlık, özellikle Süleyman ailesi hüküm sürdüğü dönemde zirveye ulaşmıştır. Süleyman ailesi, Etiyopya’daki Müslümanlara karşı Haçlı politikası izlemiş, zorla Hristiyanlaştırma girişimlerinde bulunmuş, camileri yıkmış ve İslam’ı bölgeden tamamen ortadan kaldırmak amacıyla sürekli savaşlar yürütmüş, ayrıca Avrupa’daki bazı kiliselerle (örneğin Portekiz) ve Roma Katolik Kilisesi ile sürekli koordinasyon içinde olmuştur.

İslam ve Hristiyanlık arasındaki acı savaş Etiyopya’nın Hristiyan Krallığı ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin benzer bir durumdu.

Arap Yarımadası ile Habeşistan arasındaki ilişki, İslam’ın ortaya çıkmasından önceki eski çağlara dayanmaktadır ve büyük olasılıkla Arap Yarımadası’ndan Habeşistan’a olan Süryanî göçler uzun bir süre boyunca devam etti ve bölgedeki etnik yapının şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. Habeşistan’daki Aksum Krallığı’nın Kızıldeniz üzerinden geçen ve Arap Yarımadası üzerinden geçen ticareti kontrol etme arzusu, İslam öncesi dönemde Arap Yarımadası ile olan siyasi ilişkilerin şekillenmesinde önemli bir rol oynadı. 525 yılında, I. Justinianus’un teşvikiyle Nejaşi( Asahama değil, önceki Nejaşi başka krallı ) Yemen’i istila etti ve Habeşler, Yahudi olan Himyar Krallığı’nın zulmünden kaçan Hristiyanları kurtarmak amacıyla Yemen’i 50 yıl boyunca işgal etti. Bu krallı, Himyar Krallığı’nın lideri Dhu Nuwas’ı yenerek Himyar Krallığı’nı ortadan kaldırdı.

Byzans’ın Abhazları Yemen’i istilaya teşvik etmesinin ana hedefi, zengin güney Arap Yarımadası ticaretinin kontrolünü sağlamak için ekonomikti. Ancak Abhazlar ve Bizanslılar, Necran’da Hristiyanlara yapılan işkence olayını kullanarak dinin bölgedeki çatışmalardaki önemli bir faktör haline gelmesini sağladılar. Bu, Aksum Kralı Gabra Maskal’ın (Gabra Maskal) desteğiyle Mekke’ye karşı gerçekleştirilen ikinci dini sömürü kampanyası olan Ebrehe’nin Abyssinia (Habeşistan) seferinin başlangıcıydı. Yemen’in yönetimi sırasında Abhazlar, Arapları Hac’dan Mekke’ye yönlendirmeye çalıştılar ve Sanaa’da “El-Qulays” adını verdikleri bir kilise inşa ettiler. Arapları Kabe yerine buraya Hac için çekmek için büyük bir cazibe kurdular. Bu, Kureyş ticaretinin Hac mevsiminde yıkılmasına ve ticaretin Yemen’e kaymasına yol açtı. Bu plan başarısız olduğunda, Ebrehe Mekke’yi işgal etmeyi denedi, ancak Abyssinia kampanyası büyük bir başarısızlıkla sonuçlandı ve Yemen halkı, Seyf bin Zi Yazan liderliğindeki devrimle Abyssinlilere karşı direnerek Perslerin desteğiyle onları Yemen’den sürdü. Pers etkisinin Kızıldeniz’de artmasıyla Abyssinia’nın Aksum devleti, bu denizin kıyıları üzerindeki kontrolünü kaybederek Hristiyan dünya ve Orta Doğu ile olan bağlarını kopardı.

İslam’ın 7. yüzyılda Arap Yarımadası’nda ortaya çıkmasıyla, başlangıçta Habesistan Krallığı ile arasında iyi bir ilişki oluştu. Rasulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı, Mekke’de zulüm ve işkenceye maruz kaldıklarında Habeşistan’a hicret etmeleri konusunda hemfikirdirler. Hicret, peygamberlik misyonunun beşinci yılında (615 M) gerçekleşmiştir.  Habeşistan hükümdarı Necaşi (Eşemah) ilk Müslüman göçmenlere sıcak bir karşılama yapmıştır, aynı şekilde ikinci göç olarak bilinen Müslüman göçmenlerin yeni bir kabulünü de iyi yapmıştır. Ve muhtemel olan şudur ki, Habeşistan’a yapılan ilk göçte yaklaşık altı yüz Müslüman göçmen bulunmuş ve ilk ve ikinci göçleri toplamda yaklaşık on altı yıl sürmüştür. Ve muhtemel olan şudur ki, Habeşistan’da bulunan Müslümanlar hicretin yedinci yılında memleketlerine dönmüşlerdir ve bazılar Habeşistanda kalmışlar ve 14 sahbe Nejaşi yanında defin etilmişler.

Ancak bunun ardından Cidde limanına özgürce Habeşistan’ın bir baskınından haberdar oluyoruz. Haberlere göre, peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Ukbe bin Muğire el-Medleci’yi üç yüz savaşçıdan oluşan bir birliğin başına koyarak onunla başa çıkmalarını sağlamıştır. Muhtemelen Habeşler, İslam ordusunun geldiğini hissettiklerinde kendi ülkelerine kaçmışlardır ve Ukbe’nin ordusuyla aralarında bir çatışma olmadan. Habeşistan seferi istediklerini elde edememiş olsa da, bu, taraflar arasındaki ilişkilerde büyük bir değişimin ve Habeşler tarafından İslam’a karşı düşmanlık ruhunun ortaya çıkmasının kanıtı olarak kabul edilebilir.

Ve muhtemelen Habeşistan’nin, ilk Müslüman göçmenleri hoş karşılayan Etiyopya kralı, peygamber efendimiz (Allah’ın selamı üzerine olsun) vefat etmeden önce vefat ettiği tahmin edilmektedir. Kaynaklar, Resul-i Ekrem Necaşi vefat haberini duyduğunda (gıyabî cenaze namazını kıldığında) anımsatır. Bu olaydan sonra, Etiyopya kralının yerine, İslam’ın ülkesinde yayılmasından korkan bir Habeş kralının geçmiş olabileceği düşünülmektedir. İslam’ın Etiyopya’a giderek yayıldığı ve komşu bölgelerine yayıldığı kabul edilir. Bu, İslam ve Müslümanlara karşı Etiyopya düşmanlığının devam etmesini ve Hz. Ömer bin Hattab döneminde Doğu Kızıldeniz sahillerine Habeş saldırılarının art arda gelmesini açıklayabilir. 644-634 M. tarihinde, bu durum, halifenin, Habeş tehditlerini durdurmak ve Aduli Habeş limanını tahrip etmek için Alkama bin Muzer liderliğinde deniz seferi göndermesine yol açtı. Ancak bu seferin tam anlamıyla başarısız olduğu ve dört gemisinden üçünü kaybettiği düşünülmektedir.

Garip olan şey, Habeşlerin siyasi kaos dönemi ve büyük fitne döneminde Müslüman birliğinin zayıflığından yararlanmak için kampanyayı denememeleridir. Bu dönem, Osman bin Affan halifeliğinin son yıllarından başlayarak, Hz. Ali bin Ebu Talib’in öldürülmesiyle sona eren halifeliğin sonuna kadar devam etmiştir. Kaynaklarda bu dönemde Habeş saldırılarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen, İslam’ın halifeliğin sona ermesinden sonra ve Emevi Devleti’nin kurulmasından (661-752 M.) sonra, Habeşlerin İslam’a karşı düşmanca faaliyetleri deniz korsanlığıyla sınırlı kalmıştır. Bu faaliyetler, Abdülmelik bin Mervan döneminde (685-705 M.) zirveye ulaşmış olup, 702 M. yılında Habeş korsanları Cidde limanına saldırmışlardır. Abdulmelik, bu saldırıya güçlü bir deniz seferi hazırlayarak cevap vermiş ve Müsoa ve Delak adalarını ele geçirmiş, Aduli limanını tahrip etmiştir.

Bu şekilde Habeş Hristiyan devleti, İslam’a karşı düşmanlık ruhunu erken bir dönemde ortaya koydu ve bunun nedeni, İslam’ın Arapları birleştirerek Kızıldeniz kıyısında büyük bir siyasi güç oluşturması ve Hristiyanlığın bu başarı sonucunda tehdit altında hissetmesiydi. Gerçek şu ki, İslam’ın Irak, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’nın bir kısmında elde ettiği zaferler, Müslümanlara Akdeniz’in büyük bir bölümünde ve Kızıldeniz kıyılarının büyük bir bölümünde büyük bir kontrol sağladı. Bu nedenle, Habeş devleti eski müttefiki Bizans İmparatorluğu ile olan bağını kaybetti. Ancak Habeşlerin daha büyük bir tehlike olarak gördüğü şey, İslam’ın genel olarak Afrika Boynuzu bölgesine ve özellikle Etiyopya platosuna sızmış olmasıydı.

İslam, bölgeye gelen tüccarlar ve bilim adamları sayesinde zamanla Kızıldeniz kıyılarında aşamalı olarak yayıldı. İç bölgelere doğru yayılma süreciyle birlikte, hicretin dördüncü ve yedinci yüzyılları (miladi onuncu ve on üçüncü yüzyıllar) arasında, İslam, Habesistan Platosu’na nüfuz etmeye başladı.

Kuzey, doğu ve güneydoğu yönlerinde çevresindeki bölgelerin çoğunda İslam’ın yayılma süreci tamamlandı ve Kızıldeniz ve Hint Okyanusu kıyıları boyunca birkaç İslam şehri ve krallık ortaya çıktı – Suakin, Massawa, Zeyla, Berbera ve Mogadişu gibi. Bu bölgeler, bölgede birer merkez haline gelerek Arap-İslam kültürünün içeri sızmaya başlamasına yol açtı. İslam’ın bölgede yayılma süreci, hem iç bölgelerde hem de sahil boyunca devam eden Arap göçleri ve sürekli ticaret ilişkileri tarafından desteklendi.  İslam Devleti’nin durumu ve siyasi koşulları, Uman, Hadramut, Yemen ve Hicaz gibi bölgelerden sürekli olarak göçlerin Doğu Afrika’ya akmasına yardımcı oldu. Ayrıca, siyasi partilerin ve grupların çatışmaları, Emeviler, Abbasiler, Alaviler, Zübeyriler, Şiiler ve Hariciler gibi, Doğu Afrika bölgesine göçleri teşvik etti.

Habeşistan Aksum Krallığı’nın geçtiği siyasi koşullar, İslam’ın hızla yayılmasına yardımcı oldu. Aksum Krallığı uzun bir süre boyunca dağılma dönemi yaşadı ve sonunda 940 yılında yıkıldı. Ardından Agaviler ailesi, Habesistan tahtını ele geçirdi ve bu ailenin ilk kraliçesi olan Yudit (940/980) adlı bir kadın, Habesha’da Hristiyanları zulüm altına almak ve kiliseleri yakmak için geniş çaplı kampanyalar düzenledi, bu da ülkedeki Hristiyanlığın çöküşüne yol açtı.

İSLAM KRALLIKLARINI HABEŞİSTAN’DA KİM İMHA ETTİ?

Yudit  Gudit’in gelmesi’ Etiyopya ile Kızıldeniz arasındaki sahil şeridinde Şava, Ifat, Adal, Hadiya, Fatajar, Davvaro, Bali ve Dara gibi İslam krallıklarının ortaya çıkmasına yardımcı oldu ve bazı Arap tarihçiler tarafından İslami krallıklar olarak adlandırıldı. Fakat sonraki Hristayan krallar islam’a karaşı savaşlarını devam etmişler ve tek tek bu İslam krallığılara karşı savaşlar dolayı yer yüzden kayıb olmuşlar.

  1. ŞAVA KRALLIĞI

Habeşistan tepesi, Şeva Krallığı olarak bilinen bölgenin doğusunda (Şava’da) yer alır, İslam’ın en eski krallıklarının güneyinde bulunan aynı isimli bölgede yer alır. 896 yılında kurulmuştur. Arap kaynakları bu krallığın Vedd ibn Haşim el-Mühazzimi tarafından kurulduğunu belirtir. O, günlerde Halife Ömer bin el-Hattab’ın saltanatı sırasında Hicaz’dan bazı kabilesi üyeleriyle birlikte hicret etti. Ancak bu krallık hakkında çok fazla ayrıntı veya tarih yoktur, sadece son 50 yılı hakkında bilgi vardır. Kaynaklar, taht üzerindeki liderler arasındaki çatışmaları anlatır ve sonunda 1285 yılında İfat Krallığı’nın istilası sonucunda düşmesine neden olur.

  1. İFAT KRALLIĞI

Bu krallık, başkentinin adına atfen İfat şehri olarak da bilinen Jabart veya Jabarta şehrine dayanır ve Afrika Boynuzu bölgesinin en büyük şehirlerinden biriydi. Bu krallık, şu anda Cibuti ve Eritre’nin güney kısmını, Denakil Ovaları’nı ve Avcı Nehri’nin doğu havzasını içeren İslam dünyasının en büyük krallarından biridir. Ayrıca Somali’nin doğu kısmını da kapsamaktadır. Coğrafi konumunun en büyük etkisi, Yemen’e karşı güneybatıdan Kızıldeniz’e girişi kontrol etmesi ve Mısır’a en yakın krallıklardan biri olmasıdır.

Bu krallık, 13. yüzyılda Arap Kureyş ailesine mensup bir aile tarafından kuruldu ve İslami takvime göre 7. yüzyılın ortasında ortaya çıktı. bazı kaynaklar, krallığın askeri ve ekonomik gücü hakkında birleşir. El-Umari, ordusunun 15 bin süvari ve 20 bin piyade içerdiğini belirtti. Bu krallığın, Awash Nehri Vadisi’nin büyük bir bölümünü ve Somali Platosu’nun önemli bir kısmını içerdiği için verimli topraklar ve su kaynaklarına sahip olduğu söylenir.

  1. ADAL KRALLIĞI

Başlangıçta İfat Krallığı’na bağlı bölgelerden biriydi ve (Adl) (Prensler) olarak biliniyordu. İfat Krallığı’nın 1402 yılında düşmesiyle, Adl Sultanlığı, İfat’ı yöneten aynı hanedan tarafından kuruldu. Yeni krallık, coğrafi olarak İfat’tan daha küçük bir alana ve askeri güce sahipti. Zeyl’a Limanı ile Harr arasındaki toprakları kapsıyordu ve güneye doğru şu anda Kuzey Somali ve Ocadain Bölgesi olarak bilinen bir bölgeyi içeriyordu. Bu krallığın adını, günümüzde Cibuti’nin yakınındaki Tadjoura Körfezi’nde bulunan Adl Limanı’ndan aldığı düşünülmektedir ve başkenti Dekr’di, ancak 1531 yılında Hargeysa şehrine taşındı.

  1. FATAGAR KRALLIĞI:

Bu krallık, Awash Nehri’nin orta kesiminde oluştu ve İslami İfat Krallığı ile Etiyopya Hristiyan Krallığı’na bağlı Amhara ve Show bölgelerini ayırdı. Bazı kaynaklar,  ordusunun gücü, topraklarının verimliliği ve jeografik doğası, nehirler, platolar ve diğer doğal engeller sayesinde Etiyopya’ya karşı mücadelede yardımcı olduğu şeklinde bahsedilmiştir.

  1. HADIYYE KRALLIĞI

Güney Şova Bölgesi’nde kurulan bir krallıktır ve kaynaklar, alanının İfat bölgesinden daha küçük olduğunu, ancak ordusunun daha büyük bir sayı ve donanıma sahip olduğunu belirtmektedir. Kırk bin süvari ve seksen bin piyade askerinden oluşan bir orduya sahipti. Bu devasa askeri güce rağmen, Habeş Hristiyan Krallığı’nın etkisi altına girmiştir. Yıllık haraç ödemek zorunda kalmıştır ve aşırı konumu, diğer İslam krallıklarından uzak olması ve neredeyse tüm yönlere Habeş bölgeleriyle çevrili olması, Habeş baskısına daha fazla maruz kalmasına neden olmuştur.

  1. DEVVARO KRALLIĞI

Bu krallık, İfat Krallığı’nın güneyinde ve Fatagar Krallığı’nın güney doğusunda yer alan bölgede ortaya çıktı ve diğer İslam krallıklarından daha küçük bir alanı vardı, ancak kaynaklar onun ordusunun gücünden bahsediyor. Bu krallığın kaynağına dair hiçbir kaynakta bahsedilmez ve kralarının isimlerine dair bilgi bulunmamaktadır.

  1. BALE KRALLIĞI

Bu bölgede, Fetagar Krallığı’nın güneyinde bulunuyordu ve Dovvaro Krallığı ve Şebili Nehri tarafından ayrılıyordu. Bu bölgede Goba Nehri’nin kaynakları ve kolları bulunur, Goba Nehri güneye doğru akarak Hint Okyanusu’na dökülür. Bu krallık, Şebili Nehri ve Goba Nehri ile arasında uzanan geniş tarım arazilerini içeriyordu ve bu, zenginliği, verimli ürünleri, nüfusunun yoğunluğu ve ordusunun gücü için ana sebep olabilirdi. kaynaklar, siyasi tarihini ve yöneten ailenin kökenini ihmal etti.

  1. DARA KRALLIĞI

Güney Krallığı’nda yer alıyordu ve şu anda Borana Bölgesi olarak bilinen bölümün bir parçası olabilir. kaynaklar, kökeni ve hükümdarlarının tarihi hakkında çok fazla bilgi vermemiştir ve Muqaddasi’nin bu konuda yararlı bilgiler içeren tek kaynak olduğu düşünülüyor. Elmekrizi, Dara Krallığı’nın dar bir alanı olduğunu ve diğer krallıklardan farklı olmayan bir yaşam tarzına sahip olduğunu belirtmiştir.

Sülaymani ailesi döneminde Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki çatışmanın görünümü:

İslam’ın Habeşistan’da yayılması ve İslam krallıklarının kurulmasıyla birlikte Hristiyanlık büyük bir toprak kaybetti, özellikle Agavlar Krallığı’nın zayıflamasından sonra. İslam krallıklarının oluşumu büyük olasılıkla barışçıl bir karaktere sahipti, eğer dışarıdan bir Arap ordusunun askeri genişlemesiyle sonuçlanmadıysa. Ancak bazı Arap göçmenlerin bu bölgelerin prensler ve halkıyla kaynaşması ve evlilik yoluyla bağlantı kurması muhtemeldir. Habeşistan ile İslam krallıkları arasındaki ilişkilerin zamanla barış ve düşmanlık arasında dalgalandığı söylenebilir. İslam krallıklarının bazı hükümdarları, Habeşistan krallarına sadakat yemini etti, ancak bu ilişki 13. yüzyılın sonunda Sülaymani ailesi’nin Habeşistan tahtına geçmesiyle yeni bir nitelik kazandı. Sülaymani ailesi  döneminde Habeşistan’daki Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki ilişkinin en önemli yönleri aşağıdaki düşmanlık belirtilerinde yatar:

Öncelikle: Müslümanların zorla Hristiyanlaştırılması

İkinci olarak: Müslümanlara sürekli savaş açılması.

Üçüncü olarak: Camilerin yıkılması ve Müslümanlardan Hristiyanlara haraç ödettirilmesi.

Hristiyan Habeşler dini konusunda aşırı derecede fanatiklik gösterirler ve inançları dışındakilere ve mezheplere düşmanlık beslerler. Etiyopya’da hâkim olan Hristiyan mezhebi, Mısır’dan gelen Yakobî mezhebidir ve bu mezhebe duydukları fanatizm derecesi, Hristiyanlığı benimseyenleri Melkit mezhebine göre öldürmelerine kadar varmıştır. Eğer bu, mezheplerinde farklı olan Hristiyan kardeşlerine karşı hissettikleri ruhsal durumsa, Müslümanlara karşı olan bakış açılarının da aşırı düşmanlık içermesi şaşırtıcı olmaz.

Sülayman Aşiretler döneminde İslam’a karşı duydukları düşmanlığın en belirgin yönlerinden biri, bu aşiretin hükümdarları ve çabalarıyla Müslümanları zorla Hristiyanlaştırma girişimleridir ve bunun için teşvik etme, korkutma ve işkence gibi tüm yöntemleri kullanırlar.”

İslam’a zorla Hristiyanlaştırma politikasının ilk kanıtı, Kral Amda Syon döneminde (1344-1341) açıkça ortaya çıktı ve kaynaklar, Müslümanları işkence etmek ve Hristiyanlığı kabul etmeye zorlamak konusunda çok daha fazla olduğunu belirtiyor.

Oğlu Seyfa Arad (1344-1372) bu politikayı sürdürdü ve Müslüman olan herkesin Hristiyan olmayı reddedenleri idam etme ve sürgün etme emri verdi. Seyfa Arad’ın torunu Kral İshak bin Davud (1429) ise Habeşistan’da Müslüman olarak kalanın olmaması gerektiğini düşünerek tüm Müslümanları Hristiyanlaştırmaya zorladı. Kral Zara Yakob’un dönemi (1468) Sülayman aşiretin siyasi ve askeri gücünün doruk noktası olarak kabul edilir ve bu nedenle Etiyopya’da Hristiyan olmayan her şeyi yok etme konusunda aşırıya gittiği kaynaklar tarafından hatırlanır. Kaynaklar, Hristiyan olmayan Müslümanlar ve putperestlerin izlenmesi için özel bir görevli atadığını ve onları mahkemeye sunmak için hepsini zorla Hristiyan yapmayı emrettiğini belirtir. Böylece Birleşik Etiyopya’nın yaratılacağını düşünüyordu.

Bu kral, Habeş halkından herhangi bir kişinin alnına, babaya, oğula ve Kutsal Ruh’a bağlı olduğunu gösteren bir band takmasını ve koluna Meryem Ana’nın hizmetkarı olduğunu belirten bir işaret takmasını emretti. Ayrıca kral, Hristiyanlar ile diğer müşrikler arasındaki karışımın yasaklanmasını da emretti (Müslümanlar ve putperestlerden).

Müslümanların zorlaHristiyanlaştırılmasının bir göstergesi olarak, Habeş kralı, birçok Müslüman prens ve lideri tehdit veya para teklifiyle Hristiyan olmaya zorlardı. Yazar, bir Arab Faqih adlı biri tarafından bununla ilgili birkaç örnek verdi ve bunlardan biri olarak Etiyopya Kralı Na’od’un (1494-1508) İslam Krallığı yöneticisini yenerek onu Hristiyan olmaya zorlamasıyla ilgili bir örnek verdi.

  1. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başı, Habeş hristiyan krallarının Avrupa krallarıyla kurdukları bağlantılar ve bu bağlantıların Haçlı projeleriyle sonuçlanması nedeniyle Müslümanların geniş çapta Hristiyanlaştırılmasını gördü. Habeş krallarının bu dönemde İslam krallıklarına karşı yürüttükleri savaşlarda gösterdikleri başarı, birçok Müslümanın Hristiyanlığa dönüşmesine neden oldu, özellikle Habeş krallarının memurları olduktan sonra çevrelerindeki psikolojik ve dini etkilerden etkilendikleri için.

İkinci olarak, Müslümanlara karşı sürekli savaşlar yürütme

Savaşların başlatılması ve sonucunda yok etme, tahrip, öldürme, esir alma ve tutsak etme gibi eylemler, Habeşlerin Selimiyah döneminde Müslümanlara karşı mücadelelerinde önemli bir yöntemdi ve bir Habeş kralının Müslümanlara karşı savaş açmadığı bir dönem olmadığını göstermektedir.

Dinî ruhun çatışmanın şeklindeki ağırlığının, Habeşlerin ve Müslümanların arasındaki çatışmada Habeş askerlerinin haç altında savaşmasına yol açtığını göstermektedir. Din adamları, rahipler, papazlar, başpiskoposlar ve metropolitler savaşa katılıyor ve askerleri kışkırtıyorlar. Habeş saldırılarına karşı İslamî krallıkların duruşunu anlamak için Habeşlerin Müslüman hükümetleri olan Osmanlı Devleti, Adalet Sultanlığı ve Harar Emirlikleri gibi başlıca İslamî krallıklar üzerindeki etkisinebakılabilir.

Müsliman liderler geldikçe ve Hristiyan krallıklar Avrupa ile işbirliği yaptıkça, son Müslüman lider İmam Ahmed İbrahim El Gazî oldu. O, Etiyopya’nın bölünmesiyle ortaya çıkan Habesistan, Somali, Cibuti ve Eritre’deki dört cumhuriyetin yönetimini üstlendi. İmam Ahmed, ülkeyi 17 yıl boyunca yönetti, ancak , Habeştan’dan Osmanlı İmparatorluğu askerlerinin dönüşünden sonra,1545 yılında Portekiz devleti tarafından Etiyopya kralıyla işbirliği yaparak suikasta uğradı.

Üçüncü olarak: Camilerin yıkılması ve Müslümanların cizye ödemeye zorlanması: Etiyopyalılar’ın Müslümanlara karşı mücadelelerinde başvurdukları yöntemlerden biri, çağdaş kaynakların bahsettiği gibi camilerin yıkılması veya kiliselere dönüştürülmesidir. El-Makrizi ve el-Kelkashandi, Etiyopyalıların bu işlemi birçok örnekle anlattılar ve Etiyopyalıların çoğu zaman camilerin, mescitlerin yıkılmasına, Kuran’ların ve dini kitapların yakılmasına başvurduklarını açıkladılar. Bu süreç, mücadele dönemlerinden bazılarında yok olmadı ve hükümdarlar Seyf, Yaqub ve Lebna Dengel, Klaudius dönemlerinde doruğa ulaşmış olabilir.

Müslümanların Habeş krallarına cizye ödemeye zorlanması konusunda çağdaş kaynaklarda kanıtlar bulunmaktadır. Etiyopya halkı, Selimî hanedanlığının hüküm sürdüğü dönem boyunca, İslam devletlerini yenerek onları Mısır veya Yemen gibi yerlerdeki belirli miktarda kumaş ve keten ödemeye zorlamıştır. Ayrıca Etiyopya kralına yönelik yıllık vergi ödemesi şeklinde Müslümanlara zorlama da sıkça gerçekleşmiştir. Müslümanların küçük düşürülmesi

noktasında, bazen Müslümanlar tuhaf bir tür vergi ödemek zorunda bırakılmışlardır. Kaynaklarda bahsedildiğine göre, hediye olarak gönderilen vergi içinde Müslümanların bir kızlarını Habeş kralına teslim etmeleri gerektiği belirtilmiştir.

Müslümanlara cizye vergisi getirilmesi, onları Etiyopya hükümdarlarına tabi olmaktan ve onlarla aynı devlette yaşamaktan kurtulmak için Abisinler Savaşı’na iten faktörlerden biriydi. Bu durum, İslam devleti içinde yaşayan diğer dinlerin mensuplarıyla durumun farklı olmasıyla ortaya çıkmaktadır. Selametliler Hanedanı’nın hüküm sürdüğü dönemde, Abisinler ve İslam tarzı devletler arasındaki çatışmanın ana hatlarını gözden geçirerek, Abisinler ile İslam tarzı devletler arasındaki bu çatışmanın sürekli ve devam eden bir savaşla karakterize olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu çatışmada Müslümanların Hristiyanlaştırılması, cizye ödemeye zorlanmaları, camilerin yıkılması gibi birçok düşmanlık türü uygulanmıştır.

O günden beri bugüne kadar, zulüm farklı şekillerde Habeşistan’da Müslümanlara karşı uygulanmaktadır.

MÜSLÜMANLARI IMHA ETMESI, CAMILERI YIKMASI VE MÜSLÜMANLARI ZORLA HRISTIYANLAŞTIRMASI DEVAM EDECEK MI?

Kral Yohanes (müslümanları namaz kılmaktan, oruç tutmaktan ve Müslüman isimlerle kulanmaktan etmesi gibi) kral Tewodros’un, kral Menelik, kral Haile Selassie eylemlerle devam etmiştir. Diğer hükümdarlar arasında Başbakan Melles Zenawi, Başbakan Haile Mariam ve şu anda Başbakan Abiy Ahmed Müslümanların öldürülmesi, yerinden yok edilmesi ve namusunun çiğnenmesi devam etmektedir. Abiy Ahmed’in Müslümanlara karşı en sert baskıları uygulamaya başladığı belirtilmektedir. Bu yeni başbakan dönemende, kral Yohanes dönemdinden sonra, en çok müslimanlar öldürülmüş.

  1. Volega’da protestan oromo tarnfından çok çok müslmanlar iki yıldan beri şuana kadara katıl ediliyor
  2. Tigray savaştan beri şuana kadar Wolo’daki müslimalar katıl ediliyor. Bu savaş döneminde Afar müslmalardan çok sayısı öldürüldü.
  3. Gurage Meskan bölgesinde çok müsliman emha edildi.
  4. Oromo ve somali bölgeler arasından sayımamış müsliman öldürüldü.
  5. Şimdi de savaş direk müslimalara aşılmış.
  6. Hristiyanlara böyel bir şey oldu mu? Cevap: çok az.

Yukardaki gerçeklere istinaden aşağıdakileri söylemek olur:

Etiyopya millet duzeyde genel olarak ülkemizdeki durum Tigray savaş zamanından daha iyidir. Çünkü istikrarı, ne kadar az olursa olsun, gördük. Savaş, Amhara bölgesinde devlet ordusu ile Amhara milisleri arasında devam ediyor. Oromia bölgesinde de hükümet ile Oromo milisleri arasında savaş sürmektedir. Müslümanlara baskı devam ediyor, camiler yıkılıyor, Müslümanlar öldürülüyor ve hapsediliyor. Evet, hükümete karşı korkunç genel savaş sona erdi, ancak müslimalar için istikrar yok.

Kişisel analizime göre, Tigray ile savaş belki de Batı’nın Etiyopya müslmalanları özellikle Wollo bölgesdeki Müslümanları ortadan kaldırmak için planlanmış olabilir. Bu bölge İslami gücün kaynağı olarak bilinir. Tigray Savaşı bu bölgeden komşu bölgelere sınırlı bir şekilde yayıldı ve bölge ile Wollo’nu ortadan kaldırılmasından sonra sona erdi. Gondar ve Gojjam gibi Hristiyan nüfusun yoğun olduğu bölgelere ulaşmadı.

Son olarak, Başbakan Abiy Ahmed hükümetinin özellikle camilerin yıkılması konusundaki tutumu beklenen bir durumdu, çünkü Etiyopya tarihi boyunca Müslümanlara karşı bu tür suçlarla doludur.

Abiy, Camilerin yıkılması nasıl başladı? Tigray’daki savaş sona erdikten sonra “Savaş Müslümanlara karşı olacak” derdim, çünkü ülkemizde Batılıların Müslümanlara yönelik birçok planı vardı. Abiy Ahmed Batı Protestan dini benimsedi, nasıl Müslümanlara güvenebiliriz? Özellikle Müslümanlar, bu başbakanın kendilerine ellerinden alınmış hakları sağlayacağına inandılar. Ben şahsen aldatılmadım çünkü Tigray hükümetinin (Tigray, Batı’nın Afrika vekili olarak Amerika’nın getirdiği bir hükümet olduğunu biliyorum) Müslümanlara karşı savaşlar başlattığını tahmin ettim. Abiy Ahmed’in Partisi (Refah Partisi) ve Abiy Ahmed kendisi Tigraylıların liderlik ettiği partiden doğdu ve yaklaşık 20 yıl boyunca partiye hizmet etti.

İslam Konseyi ve Etiyopya Hükümeti’nin camilerin yıkılması ve Müslümanlara yönelik şiddet eylemleri konusunda aldığı tutum bir ölçüde açıktır. Oromiya İslam Konseyi, camilerin yıkılmasının durdurulması için Oromiya Bölge Başkanlığı’na bir mektup yazmış, ancak cevap alamamış. Mektup, Addis Ababa civarında camilerin yıkılmasını durdurma konusunda başarısız olduğunu belirterek Yüksek İslami İşler Konseyi’ne sunuldu. Yüksek Konsey, Oromiya valisi ve Abiy Ahmed’e bir mektup göndermiş, ancak yanıt almamış. Hükümet, Konseyin talebine yanıt vermeim. Yüksek Konsey, camilerin yıkılmasına ve Kuran’ın ihlaline karşı açıklamalar yayınladı. Hükümet, Konseyin talebine yanıt vermediğini öğrenen Müslümanlar, 26 Mays 2023 Cuma günü  Anwar camide protesto gösterilerine katıldı. Hükümet, protesto yapan Müslümanlara karşı savaş başlattı ve 3 kişi hayatını kaybetti, sayısı belirsiz bir çok müslimalar yaralandı. Hükümet, Müslümanlara yalan ve iftira suçlaması yönlendirmiş. Konsey, hükümetin bu şiddet eylemlerini yapmaması gerektiğini duyurdu ve 2 Haziran 2023 tarihinde protesto gösterilerinin olmayacağını bildirdi. Bu konsey kararına yanıt olarak, Müslümanlar protesto gösterisinden vazgeçti ve camiden sessizce çıkmaya başladılar, ancak hükümet Müslümanlara karşı savaş başlattı, 11’den fazla Müslüman öldürüldü ve sayısı belirsiz sayıda insan yaralandı. 2000’den fazla müsliman (Kadınlar ve erkekları) Cuma namazdan beri akşama kadar camide hapsedildi. Bazıları belitsiz yerine gönderilmişti. Hükümet, 52 polis ve dört Müslümanın öldürüldüğü iftirasını ilan etti.

Bana göre, bundan sonra protestolardan çok fazla fayda sağlamıyoruz, ancak en iyi çözüm stratejik planlama ve İslam Konseyi ile Müslüman düşünürlerle işbirliği yaparak başarılı çözümler aramaktır.

Hükümetin Müslümanlara karşı başlattığı savaş haksız bir zulümdür ve uluslararası toplum bunu bilmelidir, bu savaş Müslümanların baskı altına alınmasının ve devam etmesinin başlangıcı olabilir çünkü Batı’nın gözleri üzerimizde ve belki de bu sıkınt bazı Körfez ülkeleriyle işbirliği içinde yaptılar. Biz Müslümanlar olarak birliğimizi güçlendirmeli ve stratejik düşünmeliyiz, komplolarla bilimsel olarak nasıl başa çıkacağımızı planlamalıyız, tüm protestolar mümkün olduğunca verimli olmalı, boşuna canlar feda etmemeliyiz, hükümet protestoları tek Müslüman aracı olarak görüyor, ancak hükümetin bilmediği birçok aracımız var, gerektiğinde bunları kullanmalıyız.

Özet olarak, Etiyopya’daki Müslümanlara karşı olan sorunlar yeni değildir. Bu sorunların devam etme olasılığı bulunmaktadır. Etiyopya Müslümanları, haklarının engellenmesine karşı koymak için bir araya gelmelidir. Dünya sivil toplumu, Etiyopya’da insan haklarının nasıl çiğnendiğini anlamak için gerçekleri bilmelidir. Hükümetler tarafından yayınlanan haberler ve veriler doğru olabilir veya olmayabilir. Etiyopya koşullarını anlamak için bilimsel araştırmalar yapılmalıdır.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir