CİHAN PENAH BİR MODEL OLARAK OSMANLI TARZI İNSANİ DİPLOMASİ

MUKAYESELİ BİR YAKLAŞIM OLARAK “MODERN KAMU DİPLOMASİSİ VE CİHAN PENAH BİR MODEL OLARAK OSMANLI TARZI İNSANİ DİPLOMASİ”

Bu yazının yazılışındaki temel amaç modern diplomasinin bir kavramı olarak kamu diplomasinin modern veçhesi ile geleneksel bir model olarak İslami ve örfi bir referans üzerinden inşa edilen Osmanlı Devletinin insani diplomasi gövdesini mukayeseli bir çerçeve üzerinden ortaya koymaktır.

Diplomatik Eylemin İmkânı, Neliği ve Niteliği

İnsan insan arasında olduğu kadar, devletlerle arasında da etkileşim, iletişim ve temas zaruridir. Bu etkileşme biçimi diplomasi kavramı etrafında kurumsallaşmış ve bir gövdeye bürünmüştür. Büyük Larousse’de “diplomasi”, “bir ülkeyi yabancı bir ülkede ve görüşmelerde temsil etme eylemi ve biçimi” şeklinde tarif edilirken, .TDK “güç bir görüşme sırasında gösterilen ustalık ve beceriklilik” olarak tanımlamakta, bir başka tanım diplomasiyi, anlaşmayı ifade eden müzakere sanatı, dış politikanın uygulama biçimi olarak ifade eder. Diplomasi alanında önemli çalışmalara sahip Ernest Satow, “Diplomasi, bağımsız devletlerin hükümetleri arasındaki resmi münasebetlerin icrasında tatbik edilen zeka ve inceliktir” der. Tayyar Arı da benzer şekilde diplomasiyi, “Bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin karar vericilerine iletmesidir” şeklinde tanımlamıştır. Bugünkü Anlamıyla ilk defa; İngiliz yazar ve devlet adamı Burke, 1786 yılında diplomasiyi uluslararası ilişkileri ve görüşmeleri yürütme sürecinde uygulanan taktik ve beceri sanatı şeklinde kullanmıştır. 18.yüzyıla gelindiğinde diplomasi, Avrupa merkezli okumanın etkisinde Avrupa ile özdeşleşmiş ve diplomasi, Avrupa diplomasisi olarak algılanmaya başlandı. Zira dünya üzerinde uluslararası alanda alınabilecek önemli tüm kararları sadece Avrupa devletleri alıyor, savaşı ve barışı onlar kararlaştırıyordu. Diplomasi kavramı bu haliyle devletlerarasındaki bir tür ilişki, etkileşim, etki yaratma olarak yaygın bir kavramsal karşılık bulmaktadır.

Diplomatik eylemin imkân ve sınırlarını ve etkisini belirleyen durum ise güç kavramı ile açıklanır. Güç, sert ve yumuşak güç olarak açıklanırken, bugün artan politik çeşitlilikler çerçevesinde akıllı güç kavramı da kullanılmaya başlamıştır. Uluslararası ilişkilerde güç denildiğinde ise daha çok askeri güç anlaşılmaktadır. Fiziki ve askeri potansiyel güç, uluslararası ilişkiler literatüründe “sert güç” (hard power) olarak karşılık bulmaktadır. Bunun yanında ekonomik gelişmişlik ve teknoloji de yerine göre sert güç olarak tanımlanmıştır. Ekonomik, siyasi, askeri ve eylemsel müdahale içeren, insanları bir şeyler yapmaya zorlayan sert gücün aksine işbirliği yaparak ve toplumları; cezbederek istediğini elde etme metodu ise Yumuşak güç kavramını ortaya çıkarır. Yumuşak güç, etkileyerek kişi ya da topluluk üzerinde söz sahibi olmak ve rıza unsuruyla istediğini, dediğini yaptırma kabiliyetidir. “Kaba güç”ün (hardpower) tersine yumuşak güç, askeri ve ekonomik göstergelerin ötesinde farklı nüfuz ve çekim alanlarını ifade eder. Yumuşak gücü pek çok unsur besler: Kültür, eğitim, sanat, yazılı ve görsel medya, film, şiir, edebiyat, mimari, yükseköğretim (üniversiteler, araştırma merkezleri, vb.), sivil toplum kuruluşları, bilim ve teknoloji altyapısı ve inovasyon kapasitesi, turizm, ekonomik işbirliği platformları ve diplomasi. Bu unsurların bileşkesinden ortaya çıkan yumuşak güç, bir ülkenin sosyal sermayesinin derinliğini de ortaya koyar. Stratejik bir kavram olarak modern dönemlerde kullanılan bir kavram olarak akıllı güç kavramı da oldukça dikkat çekicidir. Akıllı güç kavramı dış politika uygulamalarında ne yumuşak ne de sert güce bağlı kalmadan, ikisini de kapsayacak şekilde güçlü bir biçimde askeri gücün yanında aynı zamanda ülkeler arası ittifaklar ve işbirliği ile meşruluk sağlanmasını amaçlar. Akıllı güç, Soğuk Savaş sonrası düzende ABD’nin müdahaleci dış politikasına teorik zemin oluşturulması açısından Ernest Willson ve J. Nye gibi siyaset bilimciler tarafından uluslararası ilişkiler literatüründe sıkça kullanılmıştır.            İşte bir devletin tüm bu enstrümanlarını kullanarak var ettiği devletlerarası etkileşim ve siyasal süreçler diplomatik karakterini ortaya koyar. Özellikle soğuk savaşla birlikte modern diplomaside bir kavram kullanılmaya başlamıştır ki bu kavram Kamu diplomasisi kavramıdır. Çoklu enstrümanları yani akıllı güç unsurları ile bir devlete ve onun halkına yönelik yapılan çok boyutlu ve etki yaratma hedefi ile var edilen diplomasi modeline Kamu diplomasisi adı verilir. Bir önceki yüzyılda yaşanan hassas ve maliyetli süreçler ülkeleri kamu diplomasisi üzerinden etki yaratmaya zorlamıştır. Bu maliyet ve süreçler şunlardır

1.İnsanlık, yıkıcı savaşların verdiği tahribatların etkisinin ardından günümüzde askeri güç yerine yeni bir diplomatik sistem arayışına girmiştir. Yarım yüzyıldan daha kısa bir süre içerisinde iki büyük dünya savaşı yaşanmasının ardından uluslararası ilişkilerde girişilen yeni arayışlarda Batılı ülkelerin öncülüğünde askeri gücün yerini nelerin alabileceği araştırılmıştır.

2.İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tüm dünyada beliren savaş karşıtlığı ve diplomatik alandaki yeni yöntemlerin doğuşu, ülkelerin dış politika amaç ve araçlarında da değişikler yaratmıştır.

3.Bu noktada teknolojik gelişmelerin de etkisiyle yaşanan enformatik devrim, uluslararası alandaki yeni diplomatik atağı destekleyen bir unsur olmuştur. Sonuç olarak uluslararası politikada sivil toplum, kamu diplomasisi ve yumuşak güç kavramları daha ağırlıklı olarak yer almaya başlamıştır.

  1. STK’ların artan gücü; Sivil toplum kavramı konusunda uzun yıllar boyunca farklı tartışmalar yapılsa da günümüzde sivil toplum kavramı gönüllü olarak tesis edilen, kendi desteğini yaratan, devletten özerk bir aktördür. Uluslararası siyasal sistemde artık sivil toplum kuruluşları önemli birer aktör konumuna gelerek bölgesel ve küresel siyasete yön vermektedir.

5.Yeni küresel düzende bireyler ve kamuoylarının önemi de her geçen gün art-maktadır. Buna bağlı olarak daha önce devletlerin birbiri aralarındaki ilişkileri ve kullandıkları yöntemlerin tümü olarak tanımlanan diplomasi kavramında da değişiklik meydana gelmiştir.

Modern anlamda bu kavram, kimilerine göre ilk kez 1963 yılında Kennedy hükümeti sırasında Amerikan Enformasyon Kurumu (US Information Agency-USIA) Müdürü ve aynı zamanda popüler bir radyo sunucusu olan Edward Murrow tarafından kullanılmıştır. Kamu diplomasisi, belirgin ve etkin biçimde 2. Dünya Savaşı sonrası NATO ve Varşova Paktı’nın kurulmasıyla uygulanmıştır. Bunun yanında 1937’de Çin ve Japonya arasındaki savaşta da yoğun şekilde propagandaya başvurulmuş ve özellikle bir propaganda aygıtı olarak sinema etkin bir şekilde kullanılmıştır. Bu dönemlerde, medya yoluyla ve özellikle filmlerle Batılı değer yargılarının ve kurallarının daha insani olduğu yönünde etkileme çabalarına girişilerek, bu değerlerin Doğu Avrupa ülkelerine yayılmasına yönelik faaliyetlerde bulunuldu. Sovyetler Birliği de aynı dönemde adeta misillemede bulunarak, yabancı kamuoylarını etkilemeye çalışmıştır.               Geleneksel Kamu Diplomasi formasyonu, devleti; uluslararası politikanın odağında algılarken Yeni kamu diplomasisi; çok uluslu şirketler, medya kuruluşları, düşünce kuruluşları ve NGO (Sivil Toplum)üzerinden varlığını imal etmektedir.

 Modern Devletler’de Kamu Diplomasisine Duyulan İhtiyaç

Modern devletlerde kamu diplomasisinin var ettiği önemli faydalar vardır. Örneğin; Kamu Diplomasisi köklü ilişkiler inşa eder ve ilişkileri besler, devlet devlet etkileşimi yanında devletlerden halklara doğru bir etkileşim imkânı sağlar ve ulusal çıkarların tanıtımını yapar. Hükümetlerin iletişim politikasıdır ve dış politikanın operasyonel ve tamamlayıcı bir aygıtı olarak işlev görür. Geleneksel diplomasinin dışında, çoklu, yaygın etkili ve sonuç odaklı bir diplomatik imkândır. Kültürel diyaloğun kapısını aralar. Ülkelerin imajını şekillendirir. Algı yanında algı yönetimini temin eden yumuşak görünümlü bir formdur. Diplomasinin sert ve kırılgan yapısını oratadn kaldırarak, yumuşak görünümlü ve etkili bir boyut kazandırır. Bilgiyi yayar ve arzu edilmeyen bilginin ortadan kalkmasını temin eder. Devletlerin imaj ve temsilini değiştirir ve fikirlerin dolaşımını sağlar.         Buraya kadar yazdığımız modern diplomasinin bir veçhesi ve perspektifi olarak kamu diplomasi’si sürecinin ifade ettiği anlam ve hikâyesidir. Tüm bu yaygın kamu diplomasi faaliyeti bir propaganda ve etki yaratma iktidarını, gücü boca etme olarak tezahür etmektedir.

Kamu Diplomasisinin Tarihsel Formları Üzerine

Aslına bakılırsa devlet ve toplum ilişkisi, devletlerin devletler ve halkları üzerinde etki var etme gayretleri sadece bugüne has bir durum değildir. Modern dönemlerde akıllı gücü var eden dinamiklerden biri olan kültür, tarih ve geçmiş deneyimler temelinde bakıldığında bir ülkenin kamu diplomasisi alışkanlıkları ve becerisi geçmiş deneyim ve hikâyesinden ve bu hikâyenin var ettiklerinden doğrudan etkilenir. Mensubu olduğumuz İslam medeniyeti ve Türk devletler geleneğinin dinamik karakteri göz önüne alındığında bugünkü anlamda kamu diplomasisi medeniyetimizin devlet karakterinde bulunmaktadır. Devlet’e salt siyasal bir bakış ile bakmayan, yaşayan canlı ve inşai bir oluşum olarak bakan İslam medeniyeti insan ve devlet ilişkisini çok hassas bir şekilde tanımlamış ve insanı devlet karşısında örseleyecek bir yaklaşım içine girmemiştir. Devlet insanın temel haklarını ve onurunu koruyan bir müktesebata sahiptir. Din ve örfi alan bir ahlak alanı olarak dizayn edilmiş ve sadece kendi halk ve tebaasına değil, diğer halk ve tebaalara da aynı denge, adalet ve makuliyet içinde bakmıştır.

              İslam Medeniyet Algısı İçinde Diplomasi ve Kamu Diplomasisinin Karakteri

İslam medeniyeti varlığını nitelikli etkileşim üzerinden var eder. Asıl olan yeryüzünde Allah’ın ahkâmının tesisi ve adaletin teminidir. Davet ve irşat bu boyutu ile birey ve devletin varlığının odağını oluşturur. Modern devletin kendi iktidar ve siyasal varlığını dayatmak ve iktidar odaklı kamu diplomasisi -halk ve insan odaklılık mesaisi- İslam medeniyetinin temel odağı olan bir meseledir.

İslami bir diplomasi -kamu diplomasisi- modelinin ana umdeleri şu şekilde tartışılabilir.

Yaradılışta Eş, Dinde Kardeş: İslam medeniyeti insanı iki kategoride ele alır.               Yaratılışta eş ve dinde kardeş. Temel haklar düzeyinde insanlar eşittir. İslam devletinin insan     algısı ve ülkeler arası etkileşim ve paylaşımda       bu temel insan telakkisi üzerine oturur. İslami           diplomasi ve kamu         diplomasisi de bu perspektif üzerinden mekanizmasını işletir.

Davet Temelli İlişki: İslami bir devletin ana odağı hakikatin insanlara ulaşması ve yeryüzünde iyiliğin temin edilmesidir. Devlet, bürokrasi, ordu ve tüm unsurlar iyiliğin inşasını teminen değerlidir.

Dini Temsil: Devlet ve devlet dışı tüm aygıtların din ve ahlak temelinde bağlayıcı ölçüleri vardır. Yeryüzündeki tüm temsil bu form üzerinden nakşolunur.

Gerçeklikten Kopmayan İletişim (Yalandan Uzaklık): Modern devlet         anlayışının         temel karakteri politik meşruiyettir. Sübjektif bir algının               merkeze alındığı bu yaklaşım     kendisi için meşru ve doğru       olanı     dayatan bu anlayış hakikatin değil sübjektif doğrunun    ve iktidarın        ikamesi ile değerlidir. Her zeminde doğrunu esas alındığı bir diplomatik model   sürdürülebilir ve medeniyet iddiası ortaya koyabilir.

Medeniyet İnşaası: Mensubu olduğumuz din her zeminde bir model önerir ve bu modelin var ettiği medeniyetin ana rolü hak ve adalet temelli bir dünyayı inşa etmektir. Ayrıca bu medeniyetin insanlar tarafından bilinir olması, haberdar edilmesi “irşat ve davet”  bu medeniyetin yaygın bir muvazeneyi temin etmesidir.

Mazlumu Koruyan “ Cihan Pennah”: Bir Müslüman devleti var eden temel evsafı koruyucu gücüdür. İslam devletleri mazlumları korudukları ölçüde varlıklarını sürdürmüşlerdir. Devlet ve sivil unsurların en önemli vasıflarından biri mazlumu koruyan ve zalimi caydıran karakterleridir.

Emperyalist ve İşgalci Olmama Hali: Zalim devletlerin en yaygın özellikleri emperyalist karakteridir. İşgal ettikleri coğrafyada yarattıkları tahakküm ile hayatı yaşanmaz kılarlar. İslami kamu diplomasisi mesaisinin temel umdelerinden biri de emperyalist bir karakter taşımamasıdır.

Devlet ve Sivil Unsurları Birlikte Kullanabilme Kabiliyeti: Diplomasinin iki güçlü ayağı vardır. Devlet ve devlet dışı unsurlar. Fetihler sürecinde ortaya çıkan güçlü sivil etkileşim sayesinde birçok bölge savaşmadan doğrudan İslam olmuştur. Alperenler marifeti ile ortaya çıkan bu tarihi misyon geleneksel İslami diplomasinin sivil ve en güçlü yanıdır.

Devlet Unsurlarının Nitelikli ve Çoklu Özellikleri: Devlet yapılanması ne kadar sıhhatli, ihtisaslaşan bir görünüme kavuşursa o kadar nitelikli üretim artar. Devletin farklı fonksiyonlarının birbiri ile konsantre bir bütünlük içinde olduğu, ortak bir dil ve amaç etrafında kanalize oldukları bir devlet çok daha güçlü bir etki var edecektir. Özellikle kamu diplomasisi çalışmaları uzmanlaşma ve bilgi akışını zorunlu kılacaktır. Ortak bir fikri odaklanma üzerinden kaynak ve kapasitelerin bir amaç etrafında kümelendiği yapı çok verimlidir.

Müslüman Topluluklara Yönelik Özel Faaliyetler: En nihai olarak adaleti odak kabul etmek üzere insanın kardeşi ve özellikle din kardeşinin hukukunu gözetmesi ve kardeşliğin gerektirdiği bir iletişim, etkileşim ve paylaşım içinde olması zarurettir. Buradan hareketle devletlerarası etkileşim içinde İttihad-ı İslam temelli bir dayanışma ve katkı İslami diplomasinin bir vasfı olarak öne çıkmaktadır.

              Kamu Diplomasisinde Özgün Bir Model Osmanlı Devleti “Cihan Penah ‘Cihanın Sığınağı’”

Bir aşiret beyliği iken, başta adalet ve insani değerlere verdiği önem sayesinde kısa sürede üç kıtada hâkimiyet kurma başarısını gösteren Osmanlı Devleti, yıkılma sürecine girildiği dönemlerinde bile dünyanın ezilen, zulme uğrayan, dara düşen her millet ve ferdi için bir sığınak olma özelliğini korumuştur.

Osmanlı padişahları “Cihan-penâh (cihanın sığınağı, koruyucusu) “âlempenâh gibi vasıflarla anılmıştır. Günümüz terminolojisinde “İnsani Diplomasi” olarak da adlandırılan bu tür uygulamalar, Osmanlı Devleti’ne medeniyet tesis eden bir devlet olma özelliği kazandırmıştır. Kardeş ve dindaşlar yanında tüm insanlığa yönelik destekleyici faaliyetler ortaya koyan Osmanlı Devleti insanlık tarihinin en güçlü insani diplomasisi yapan devletidir. Bugün bile ülkemizin siyasal ve kültürel etki sahası bu mesainin bir ürünüdür. Yukarıda tanımladığımız tüm özellikler Osmanlı devleti tarafından var edilen ve bugün hala cari olan tarihi ve milli servet, sermayemiz olarak değerlidir. Her devlet kendisinden önce var olan hikâyenin bir parçasıdır ve o hikâyeye aittir. Bizde din ve millet temelinde kendimizden önceki muazzam hikâyenin bir hülasasıyız. Modern devlet olarak teşekkül eden sert ve saldırgan ulus devlet ve modern formların içinde eriyemeyecek kadar estetik bir siyasal temsilin ve hikâyenin içindeyiz. Türk devlet hikâyesi tümü ile İslami hülasanın bir tezahürüdür ve bu yüksek bir temsili ve sorumluluğu zorunlu kılar. Devlet ve sivil toplum olarak bir taraftan küresel gelişmeleri dikkatle izlerken diğer taraftan da diplomatik hikâyemizi domine eden Cihan Penah rolümüzü unutamayız. Modern ulus devletlerin ortaya koyduğu emperyal, saldırgan ve eurosantrik bir temsili sürdüremeyiz. Bu durum sadece devleti değil devlet dışı kurumları da ilgilendiren bir meseledir. Bugün ortaya koyduğumuz diplomatik temsil Cihan Penah bir nosyonu gözetmek zorundadır. Sivil Toplum kuruluşları vasıtasıyla ortaya konulacak olan küresel etkileşiminde Cihan Penah bir odaklanma ile var olması sorumluluk duygusu gelişmiş ve yüksek siyasetin gereği bir temsille kamu diplomasisi faaliyetlerini ortaya koyması zorunludur. Osmanlı dönemindeki bazı kamu diplomasisi uygulamaları üzerinden çalışmaların karakterini tartışmak istiyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından çıkartılan “Cihan Penah Osmanlı’dan Günümüze İnsani Diplomasi” isimli eserde pek çok örneğini bulabileceğimiz Osmanlı Kamu diplomasisi uygulamalarından bazıları üzerinden bir kamu diplomasisi modeli ortaya koymak istiyorum. Bu bugünde cari olan, yol gösterici bir insani diplomasi perspektifidir. Devlet ve devlet dışı aygıtların bir fikri bütünlük – Nizamı Âlem- içinde hareket ettiği güçlü bir modeldir.

Sürre Alayları; Sözlükte “içine altın ve para gibi kıymetli eşyaların konulduğu kese” anlamına gelen surre kelimesi terim olarak her yıl hac döneminden önce genellikle Mekke ve Medine halkına dağıtılmak için yollanan para, altın ve diğer eşyaları ifade eder. Osmanlı padişahları, 923’te (1517) Haremeyn’in Osmanlı yönetimine girmesinden itibaren surreyi düzenli biçimde gönderdiler. Bu anlamda ilk sürrenin daha Yavuz Sultan Selim Kahire’de iken yollandığı bilinmektedir. Osmanlılar döneminde sürre genellikle İstanbul ve Kahire’den gönderilmiş olmakla birlikte bazen Yemen ve Halep’ten de sevk edilirdi. Ayrıca Mekke ve Medine’nin yanı sıra Kudüs, Halîlürrahman ve nadiren de Dımaşk’a sürre gönderilirdi. (Surre bahsi; İslam Ansiklopedisi,tdv) Sürrelerin kaynakları arasında en önemlisi Haremeyn vakıfları idi. Osmanlı topraklarında mevcut hânedan mensuplarına ve devlet erkânına ait büyük vakıfların birçoğunun gelirlerinin bir kısmı Haremeyn’e tahsis edilmişti. Osmanlı Kamu diplomasisi uygulamasının güçlü örneklerinden biri olarak bir başka coğrafya’ ya gönderilen bir dini referanslı katkıdır. Devasa hilafet gövdesi içinde olan bu yardımlar ademi merkeziyetçi yönetim temelinde farklı siyasi yönetim bölgelerine tasarruf edilmiştir.

Özbekler Tekkesi Uygulaması; Türkistan hattı üzerinde pek çok ülke ve bölgenin içinde bulunan, bugünkü Türkistan toprakları üzerinden Asya ile etkileşimi sürdürmeyi hedefleyen bir misyon kuruluşu üzerinden yapılan yardım, bilgi, iletişim, istihbarat ağı ve yapısıdır. Bu yapı üzerinden Anadolu ile Türkistan arasındaki bağ sürdürülerek, bölgedeki Müslüman ve Türk unsurlarla iletişim yaygın ve güçlü bir şekilde devam ettirilmiştir. Bir bilgi ve istihbarat hattı olarak ta değer gören Özbekler Tekkesi, Nakşibendi yardım hattı olarak özgün bir yapıdır. Hassas bir model ve kurum olarak üzerindeki sır perdesi ve özgün hikâyesi çok değerli olup, muazzam bir tipoloji olarak çok önemli fonksiyonlar üstlenmiştir.

Tasavvuf ve Alperenler: Özellikle gayri müslim bölgelerdeki halk ile temas, irşat, yardım, davet, koordinasyon amaçlı görev yapan Alperenler, Balkanlar başta olmak üzere pek çok bölgede oldukça etkili bir insani diplomasi faaliyetleri ortaya koymuşlardır. Silah kullanılmadan pek çok bölgedeki gönül fetihleri ile insanlara irşat yanında zanaat öğreten ve yardımcı olan bu gönül erleri tarihi aktörlerdir. Bugünkü kalkınma yardımlarına karşılık gelen bu hassas model bugünde cari ve işlevseldir.

Bölgesel İmar ve Uygulamalarda Kamu Görevlilerinin İnisiyatifleri (Harar Örneği): Oldukça özgün bir karma model olarak Harar dışında başka bölgelerde de kullanılmış bir modeldir. Osmanlı devleti herhangi bir bölgede görev yapacak devlet personeli ya da askerlerinin çoklu vasıflara sahip olmasını sağlar ve pek çok özgün vasfa haiz olan kadrolarını vazifeye gönderirdi. Genç bekâr bu insan kaynağı aynı zamanda, yüksek dini bilgiye sahip olurdu. Mimarlık başta olmak üzere pek çok zanaata sahip olan kamu görevlileri görev aldıkları bölgede yaşamak ve hayatlarını idame ettirmek üzerinden kodlanırlar ve asla yurtlarına geri dönme motivasyonuna sahip olmazlardı. Hassas görevleri devlet vazifesi, doğrudan halkla etkileşim üzerine oturur, halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlardı. Bölgesel karaktere uygun şekilde imar edilen camiiler mutlaka bir külliye gibi düşünülür ve yanına fırın, aşhane, yetimhane, sıbyan mektebi, medrese ve devlet hizmetleri için birimler inşa edilirdi. Bölgenin mimari karakterinde baskı yaratmayan, emperyalist bir etki oluşturmayan bu külliyeler halka doğrudan hizmet ve irşat amacıyla kullanılırdı. Bu muazzam Kamu Diplomasisi faaliyeti Asya’dan Afrika’ya pek çok yerde oldukça etkili bir bütünleşmeye fırsat vermiştir. İnşa ve hizmeti yerinde planlayan bu fonksiyonel sistem Osmanlı Kamu Diplomasi uygulamalarının müstesna bir örneğidir. Bölgesel kamu hizmetlerinin bir işgal veya yabancı bir temsil olarak algılanmamasını temin eden bu model bugünde cari bir model olarak tartışılmalıdır.

              Ülkelere Yardımlar (Ache; Sumatra Örneği): Savaş ve işgaller başta olmak üzere Osmanlı döneminde yapılan yardım taleplerine cevap verilmiştir. Sumatra Adası’nın kuzeyinde 20. yüzyıl başlarına kadar hüküm süren Müslüman Açe (Aceh) Sultanlığı, 16. yüzyılda Portekiz istilasına karşı koymak için Osmanlı İmparatorluğu’ndan destek istemişti. Açe Sultanlığı, Osmanlı’dan 1900’lü yıllara kadar pek çok kez yardım almıştır.

1912 yılında  Jawa Adasından Sebilurreşad Dergisine gönderilen ve dergide neşredilen kripto mektup bu yıllara kadar bölge ile etkileşimin devam ettiğinin açık göstergesidir. Bu etkileşim ve yardımlar iç içe geçen diplomasi ve kamu diplomasisi faaliyetlerinin bölgesel sınırlarını göstermesi açısından oldukça değerlidir. Aceh bölgesine giden askerlerin mezarları bu okyanus aşırı ülkelere dönmemek üzere gittiklerinin göstergesidir.

Sürgün Milletlere Yardımlar: Tarihin her döneminde yurdundan sürülen ve zorunlu göçe muhatap kılınan halklara yerinde ve yurdumuzda olmak üzere kucak açılmıştır. Polonyalılardan, Afrikalılara, Kafkasya’dan, Romanya’ya ve özellikle Yahudi toplumuna insani amaçla kucak açılmıştır. Adil millet sistemi içinde güven içinde yaşayan bu toplumlar, insanlık tarihinin en yüksek diğergamlığına muhatap kılınmışlardır. Muhacirlere kucak açmak ve yaşam döngüsünde onlara yer göstermek ve hayata katılımlarını sağlamak oldukça dengeli bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

1847 İrlanda Kıtlık Yardımı: Adadaki İngiliz ablukası sonucu yayılan kıtlık için dönemin Osmanlı Padişahı Abdülmecid 1847 yılında yardımda bulunmaya karar vermiştir. Padişahın İrlanda halkı için 5.000£ yardımda bulunmak istediği İngiliz hükûmetine bildirilmiş fakat bu yardım isteği Kraliçe Victoria’nın dahi kendi vatandaşlarına ancak 2.000£ yardımda bulunduğu gerekçesiyle geri çevrilmiştir. Yapılmak istenen yardımın 1.000£’e düşürülmesini rica eden İngilizlerin bu isteğini kabul eden padişah 4.000£ değerinde buğdayı da gemilerle İrlanda’ya göndermiştir. Bu yardım da benzerleri gibi yardım yaklaşımında yaradılışta eş prensibinin bir gereği olarak, İslami hassasiyetlere uygun bir kamu diplomasisi uygulaması olarak ele alınabilecektir.

              1894 Amerika’ya Yönelik Sel ve Yangın Yardımları: Amerika 1894 yılında büyük bir orman yangını felaketi yaşar. Minnesota ve Wisconsin bölge halkı bu yangın nedeniyle zor günler geçirir. Yangın haberini alan dönemin Osmanlı Padişahı Cennetmekân Abdülhamid Han, bölge halkına insani yardım olarak 300 Osmanlı lirası gönderir. Abdülhamid Han’ın bu insani yaklaşımı sonrasında tüm Amerikan gazetelerinde Abdülhamid Han’dan övgüyle söz edilmiştir.  Bu ve benzeri yardım örnekleri yardımlar konusundaki dikkat ve insanilik kendisini göstermektedir.

İşte bu karakteristik insani diplomasi uygulamaları vesilesi ile Osmanlı padişahları “Cihan-penâh (cihanın sığınağı, koruyucusu) “âlempenâh gibi vasıflarla anılmıştır. Günümüz terminolojisinde “İnsani Diplomasi” olarak da adlandırılan bu tür uygulamalar, Osmanlı Devleti’ne medeniyet tesis eden bir devlet olma özelliği kazandırmıştır.

Osmanlı’nın geniş tabanlı milletler etkileşimi ve geniş bir coğrafya’ da sahip olduğu iktidar alanının bir sonucu olarak yoğun bir etkileşim içinde olduğu söylenebilir. Emperyalist bir güdüye yönelmeksizin etkileşim, paylaşım ve kardeşliği esas alan karakteri ile devletin son günlerine kadar kamu diplomasisi faaliyetleri ilkesel bir zeminden ilerlemiştir. Cihan Pennah sıfatına nail kılan bu insani ve paylaşım odaklı diplomasi oldukça özgün bir karakter taşımaktadır.

Soğuk savaş dönemi sonrası yaygın hale gelen güncel kamu diplomasisi, yüksek bir etki yaratma ve propaganda etkisi oluşturma üzerinde insani, hasbi ve vicdani değil; iktidarını tezahür ettirme ve etki ajanlığı ve algı yönetimi ile iç içe geçmiştir. Bu model yukarıda tartıştığımız İslami, insani modelden oldukça farklı bir yapıdadır. Yapılan yardımlar emperyalizm güdüsünün bir makyajı gibi yönetilirken, inşa edici bir nosyon ile değil dönüştürücü ve hırpani bir arka planla işlemektedir. Buradan hareketle Türk kamu diplomasisi modelinin salt modern paradigmanın dayattığı sertlikte işletilmesi düşünülemez. Dini, tarihi kodlar ve yüksek medeniyet deneyimi özgün ve etkili bir kamu diplomasisi modelini bize sunmaktadır. Sonuç odaklı, inşa edici, insani, sürdürülebilir bir modelin nasıl olabileceğine yönelik tartışma yukarıda ifade ettiğim örnek ve umdeler etrafında tartışılmalıdır. Bu model devlet yanında sivil toplum kuruluşları içinde söz konusu olmalıdır. Aynı millet kaynağını kullanan sivil diplomasi aygıtları da bağlayıcı bir yüksek siyaset söyleminin tezahürü bir profesyoneller eliyle sevk ve idare edilmek zorundadır.

 

İsmail Mansur Özdemir

Sosyolog

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir