AFRİKA’DA; DİN,HİKMET,SOSYOLOJİ
Yazımızın ilk bölümünde Afrika’nın İslam ile tanışma sürecinin aynı zamanda bir özgürleşme süreci olduğunu ifade ederek “Batılılar Afrika’yı ‘paylaşılması gereken bir pasta’ olarak görmüşken İslam ve Müslümanların tarihinde Afrika Habeşistan’a ilk hicretten beridir özgürlüğün coğrafyasıdır” demiştik. Özellikle Kuzey Afrika – Mağrip bölgesindeki tasavvuf hareketlerine ve İslam’ın Afrika’daki yayılışına değinmiştik.
Malililerin İslam’ı kabul edişi de ilk bölümde anlattığımız Murabıtların zamanına rastlar. Mali’ de İslam ilk önce şefler ve zenginler nezdinde tutundu, halk ise putperest kalmaya bir süre daha devam etti. 1050 yılında ise Mali kralı Baramendama Keyta Müslüman oldu. Bir derviş tarafından Müslüman yapılan bu kral, Müslüman ismini bir şeref nişanesi olarak taşıdı ve halkına da Müslüman olmasını tavsiye etti. Mali Müslümanları daha sonraki asırlarda Batılılarca Brezilya’ya köle olarak götürüldüler ve orada diğer zenci kölelere reislik yaparak, sık sık ayaklanma ve özgürlük hareketlerine vesile oldular.
SESLİ MAKALELER:
Gambiya’da da dervişler aracılığı ile yayılan İslam, hızla tüm ülkenin rengini değiştirdi. Aku kabilesi hariç Mandingo, Fula ve Serahuli kabileleri tamamen Müslüman oldular. Kuzey Nijerya da dervişler tarafından Müslümanlaştırıldı. Kuzey Nijerya’da yaşayan ve Haussa denilen Müslüman halkın bugün sayıları 15-20 milyona ulaşmış durumda. 14. yüzyılın ikinci yarısında Mali’den gelen Wangara adlı kırk kadar Müslüman derviş onlara İslamiyet’i getirmişti. 15. yüzyılda ise ülkenin sultanı olan Muhammet Rimfa on iki reform ilan etti. Bunlar arasında İslami bayramların kutlanışı da yer almaktaydı.
- yüzyılda sadece kendi ülkeleri olan Fas ve Cezayir’de değil, aynı zamanda Sahra ve Batı Afrika’da İslam’ı yayma hareketlerine girişen çeşitli yeni tarikatlar ortaya çıktı. Bunlardan biri de Ticaniyye Tarikatıydı. Bu tarikatı, Ahmed et-Ticin (ö.1815) Fez’de kurdu. Ticanilik daha çok niyet, temizlik ve salih amel üzerinde durdu. Fas’ta emperyalist emeller peşinde koşan Batılı güçler karşısında çetin mücadelelere girişen bu Sünni İslam tasavvuf ekolü daha sonraki yıllarda Muhammed İbn Muhtar’ın faaliyetleri sonucu Fransız Batı Afrikasına kadar uzanmıştı. Ticaniye tarikatı özellikle Sudan’da Fransızlara karşı savaştı. Tarikatın liderlerinden ve Fransızlar tarafından şehit edilen Ömer b. Said Tâl 3 konu başlığı ile ilgileniyordu. Bunlar, Batı Sudan’ın İslamlaştırılması, Siyasi birliğin kurulması ve Fransız sömürgecilik hareketinin bitirilmesiydi. Prof. Dr. Schimmel, Ticaniliğin ve Sunusiliğin Afrika kıtasında siyasi alanda başarı kazanmasının emperyalist Batılıları engellediğini söylüyor. Ticaniyye hareketi, Afrika’da hem İslam’ı, yayma, hem de İslam’ı kuvvetlendirme yolunda büyük çabalar sarf etti.
- yüzyılda Irak’ta ortaya çıkan Kadiriler, Afrika’ya da geçtiler ve önce Kuzey Afrika’ya yerleşerek oradan yavaş yavaş bütün bölgeye yayıldılar. Tarikat önce, Batı Afrika’da, faaliyet gösterdi, daha sonra dervişler ve tüccarlar vasıtasıyla Tombuktu’ya (Timbuktu) oradan da Sudan’a geçti. Bugün özellikle Doğu Sudan’da çok sayıda Kâdiri bulunuyor. Kadiriliğin üç kolu özellikle göze çarpıyor;
Sunusiye tarikatının kurucusu olan Seyyid Muhammed es-Sunûsi Hasenü’l Hitabü’I-İdrisi, Bingazi’ye gelerek Cebeli Ahdar’ da bir tekke inşa etti. Tekke aynı zamanda bir okuldu. Benzer tekkeler hızla yayılmaya başladı. Büyük zaviyelerde Fıkıh, Hadis ve Kelam okutulur, müritler akşam yemeklerini birlikte Tekke’de yerlerdi. Ticaretle uğraşan müritler de kazançlarının bir kısmını eğitim ve yemek gibi giderlerin temini için tekkeye verirlerdi. Bu Sunusi tekkeleri ve halifeleri Afrika’nın her tarafına dağılarak özellikle Orta Afrika kesiminde İslam’ın yayılmasına hizmet etmişlerdi. Zamanla bu tarikat siyasi sahada önüne geçilmez bir güç kazanarak devlet haline geldi. 19. yy. sonlarından 1950’li yıllara kadar, Kuzey Afrika’da etkin olan tarikat, Kurtuluş savaşı yıllarında da Türkiye’ye tam destek vermişlerdi.
Afrika’da dervişler tarafından kurulan tekkeler hem ruhi eğitim merkezi olarak ameli yöne, hem de şer’i ilimlerin hemen her çeşidini okutarak nazari yöne açılmayı sağlayan çift yönlü işbirliğine sahip müesseselerdi. Afrika’da tekke demek okul, yetimhane, yoksullar yurdu, yardımlaşma merkezi demekti. Her hangi bir durumda ister Müslüman, ister gayri müslim herkesin ilk müracaat mahalliydi. Afrika’da sıcaktan yanan bir yolcu canını bir tekkeye atar; orada yiyecek ve yatacak yer bulur; hasta ise tedavi edilir. Dertli olanlar zaviyelerdeki şeyhlere koşar, orada ruhi tedavi görürdü. Bir dul kadının, bir yoksulun müracaat yeri yine tekkelerdir. Her tekkenin mutlaka bir okulu vardı. Bu okulda öğrencilere yazı, okuma, din ilimleri ve Kuran’ı Kerim öğretilirdi. Küçük davaların bir kısmı da yine bu tekkelerde görülür. Her türlü mukaveleler tekkelerde akdedilir. Hatta nikâh, cenaze gibi merasimler de tekkelerde icra edilir.
Sultan 2. Abdulhamid Han’da dünya Müslümanlarını tekrar toparlama mücadelesi verirken Afrikalı Müslümanları da düşünmüş ve bu yoldaki teşebbüslerini gerçekleştirebilmek için kullandığı en önemli araç sufi tarikatları olmuştu. Sultan, Haçlı tehlikesine karşı Afrika ülkelerini savunma mücadelesini yürütebilecek kişilerin Afrika’daki dervişler olduğunu anlamıştı. Abdulhamit Han’ın özel görev verdiği insanlar gerek fiili direniş hareketleriyle, gerekse nazari planda, Müslüman Afrika’yı vaazlarla bilemek suretiyle Batılılara karşı çıkmışlardı.
Batı emperyalizmine karşı silahlı direniş orduları da Afrika’da dervişlerden güç aldılar. Çağımız oryantalistlerinden Prof. Schimmel; “Ticanilik ve Sunusiliğin siyasal alanda başarı kazanması, tavırlarının, dindarların çoğuna çekici geldiğini göstermektedir. Çağımızda İhvan-ı Müslimin teşkilatı kurucusu Hasan el- Benna gibi kimi Müslüman liderlerin sufi tarikatlarıyla güçlü bağları olan bir ortamdan geldikleri söylemeliyiz” diyerek bu gerçeğe işaret ediyordu. Libya’nın emperyalist emellere dayalı İtalyan saldırılarını püskürtme işini de Sunusiyye Tarikatı üstlenmişti. Büyük direniş önderi Ömer Muhtar’da bir sunusi mücahidiydi.
Toparlarsak eğer, Hristiyan misyoner teşkilatları mükemmel organizasyonlarına ve inanılmaz ekonomik kaynaklarına rağmen dervişler ile başa çıkamadılar. Hıristiyan misyonerlerin organize biçimde bir kaç asırdan beri kendi aralarında yarışırcasına dinlerini yayma çabasına rağmen organize olmayan İslam tebliğ hareketleri daha başarılı sonuçlara ulaşarak Afrika’da İslam lehine nüfusu değiştirmişlerdir. Hatta daha önce Hıristiyan misyonerlerinin Hıristiyanlaştırdığı bölgelerde bile bugün Afrikalılar tarikatlar vesilesiyle yine İslam’a girmeye devam ediyorlar.
Mustafa Uzun
Araştırmacı Yazar